Hayatın anlamını ve amacını bulma çabası, insanlık tarihi kadar eskidir. İnsanevladı zaman zaman kendisine şu soruyu sormuştur: "Hayatımın ya da yaşamın anlamı nedir, ben neden varım?" Binlerce yıl boyunca bu büyük soruların yanıtı, yaşamın amacının daha doğmadan önce belirlendiği şeklindeydi. Buna “özcülük” denir ve temeli her şeyin bir özü olduğunu öne süren Antik Yunan filozofu Aristoteles’e kadar dayanır. Özcülükteki tehlike bazı kalıp yargıları içermesi ve bireysel farklılıkları görmezden gelip, kişiye grup kimliğinin ardından bakarak onun gerçek kişiliğini tanımayı ıskalaması ve de değişmez algılar yaratarak ucu ayırımcılığa varan eylemlere yol açmasıdır. Muhafazakarların da pek bayıldığı düşünce tipidir aynı zamanda. Bu görüş kısaca varlıkların kimliklerini ve özelliklerini nedensel olarak belirleyen bir metafiziksel varoluşa sahip olduğuna inanma tutumudur. Bu düşünceye katılıyorsanız, o zaman gerçekten hayatın anlamına meydan okumanıza veya amacınızı aramanıza gerek yoktur. Zaten Tanrı bunu sizin için belirlemiştir…
Tam tersi dünya görüşünü benimseyen “Varoluşçulara” göre ise insan bilinci kendi değerlerini yaratarak yaşamına bir anlam belirler. Çünkü insan, doğuştan gelen herhangi bir kimliğe veya değere sahip olarak dünyaya gelmez. Bu kimliğin veya değerin birey tarafından yaratılması gerekir. “Varoluş özden önce gelir” önermesiyle hayat bulan varoluşçuluğun güçlü temsilcilerinden Jean Paul Sartre ünlü “kâğıt makası” örneği ile bunu şöyle açıklar: “Neye yarayacağını bilmeden kâğıt makası yapılamaz. Bu demektir ki makasın özü, onun var olmasından önce gelir. Bu durumda makasın işlevi önceden belirlenmiştir. Bu görüme bakarak, ‘yapış, varoluştan önce gelir’ diyebiliriz”. Sartre’a göre insanın ise bir tasarlanma amacı yoktur. Kâğıt makasının aksine insan neye yarayacağını bilmeden dünyaya gelir ve varoluşunu, kendisini herhangi bir öze bağlamadan kendisi var eder. Yani insan, önce var olur, sonra da özünü yaratır. İnsan özne olarak nesnelerle bu yönü ile ayrılır, işlevi ve işleyişi kendi var oluşundan önce belirlenmemiştir. İnsanın kendini var etmesinin esası da yaptığı tercihler ve verdiği kararlardır. Gelecek varsa belirsizlik vardır ve “tamamlanmamışlık” söz konusudur. İnsan ancak öldüğünde tamamlanır. İnsanı aktif olarak belirli yönlere iten hiçbir ilahi müdahale, kader veya dış güçler yoktur. Aldığı her karar kendisini bağlar, eylemleri ile de kendi amacını yaratır. Türkiye gerçek anlamda bir varoluşsal kriz yaşamaktadır. Anlamlı ve insana yakışır bir yaşam yaratmak için ülkenin önünde çok da fazla seçenek yoktur…