Gazeteye haftada en fazla iki gün yazmayı kendim istemiştim, böylece sıradanlaşmayarak daha özgün yazılar yazabilmeyi amaçlamıştım. Bu tercihin doğruluğuna halen de inanıyorum, ancak bir sakıncası olduğunu da görüyorum. Güzel bir konu çevresinde yazmayı yeğlediğinizde ülkede veya dünyada olup biten bazı önemli olaylara yetişemeyip ıskalamak durumunda kalıyorsunuz. İçinizde bir ukde kalıyor, dönüp o konu hakkında okurla hiç olmazsa birkaç satırla da olsa dertleşmek istiyorsunuz. İşte bugün o gün…
Mesela geçen hafta İsveçli bir faşistin Türkiye konsolosluğu önünde Müslümanların kutsal kitabını yakması nereden baksanız insanlıkla ilgisi olmayan, tamamen provokasyon amaçlı bir eylem. Hem eylemi yapan hem de bunu bir kişisel özgürlük sorunu sanıp izin veren İsveç hükümeti açısından garabetlerle dolu bir olay. Arkasında kimin olduğu ve bu davranışın kime hizmet ettiği çok açık olarak oynanan bir tiyatro, ne var ki yeryüzündeki insanların bir kısmının en büyük kutsallarından birini bu oyuna alet edemezsiniz. Her oyunun bir kuralı vardır, uymazsınız oyun olmaktan çıkar, pespaye bir rezillik ve ırkçılık ortaya saçılır…
Ordu Milletvekili hekim arkadaşın bir daha seçilebilme uğruna bir yerel TV deki beyanatını buraya mutlaka almamız lazım: “Tayyip ağabeye ihaneti bırak, sırtımızda taşımamız lazım. Yani ayakkabısını elimizle yalamamız lazım.” Nereden baksanız sorunlu bir cümle; kendisinden küçük olduğunu bildiği halde duyduğu saygıyı imlemek için söylediği “ağabey” sözcüğünü hemen geçiyorum, ben “ayakkabıyı elle yalamaya” takıldım. Herhalde önce “ayağını yalamak” geldi aklına, ama ne de olsa kendisi de bir insandı ve ağır olacağını düşündü, ayağı “ayakkabıya” indirgedi. Ama o da kötü bir imaj oluşturdu zihninde ve elle şöyle yalar gibi silmek, temizlemek anlamında kullanmak istedi ve cümle doğal olarak karıştı. Adam cerrah, demek ki insan olabilmenin eğitimle bir ilgisi yok. Zihin nasıl ele veriyor insanı, bizlere onun yerine utanmak kalıyor…
Son olarak yazmazsam olmaz, 24 Ocak Uğur Mumcu’nun katledilişinin 30. yıldönümüydü. Güneşli bir Pazar günüydü, etraf karla kaplıydı haberi aldığımda. İçimi büyük bir sıkıntı basmıştı, o anda anlamıştım Türkiye’nin karanlık bir çağa adım attığını ve iyiye doğru evrilmesinin artık zor olacağını. Onun gibi aydın olmanın ölçütünün bilginin ötesinde tavır olduğunu anlatan ve “Büyük Gazeteci” tanımının içini sonuna kadar dolduran çok az kişi çıkmıştır. Halk tarafından giderek artan bir özlemle anılmak ancak Uğur Mumcu gibilerine nasip olur…