Zaman zaman uğraşınız ile ilgili okurla sohbet etmek iyi olur, sizi rahatlatır, ufkunuzu açar. Yaklaşık 10 senedir bu gazetede “Felsefece” başlıklı sütunda köşe yazısı yazmaya çalışıyorum. Kendime özgü bir yöntemimin olduğuna inanarak, genellikle iki paragrafı ve bir dosya kağıdını aşmadan, felsefi bir içerikle günümüzü bağdaştırmaya çalışan yazılar yazmak için çabalıyorum. Bu köşe yazıları sosyal medyada ve kendi internet platformumda da yayınlanıyor. Aynı zamanda hatırı sayılır miktarda mail adresine de postalanıyor. Ayrıca takip edip kendi beğenilerini başkalarına iletenlerin de olduğunu biliyorum. Böylece yazılar yöresel olmanın dışına taşıyor. Yazıların amacı öncelikle dostluğu paylaşmak, felsefeyi sevdirmek, karanlığa ışık tutabilmek. Biraz da seviyorum galiba yazı yazmayı… Felsefeye ilişkin yazı yazmak için zihninizin berrak, dilinizin anlaşılır olması gerekir. Yoksa fenomenolojinin (görüngü bilimi) babası Edmund Husserl (1859-1938) gibi 50 bin sayfa yazsanız da pek anlaşılamayabilirsiniz. Husserl Enstitüsü’nde hâlâ onun yazıları üstüne çalışılıyor ancak bir türlü sonlandırılamıyormuş. Bir çeşit Sümer yazılarını söker gibi bir çaba gerektiriyor demek ki. Tersine çok da basit, içeriksiz, vasat yazılar yazmak da yazı yazmayı sürdürmenizi engeller. Eğer belirli bilinç düzeyindeyseniz zaten kendiniz devam etmeyi istemez, yazmayı bırakırsınız…
Zaman içinde bu yazıların kendine göre bir izleyici kitlesi oluşuyor ve doğal olarak bazı geri bildirimler alıyorum. Çoğunlukla bu yazıların “Sakarya Gazetesi” gibi bölgesel bir gazete de okunup okunmadığı yönünde ilginç bir merak var. Oysa mail gurubu içinde Eskişehir’e ziyaret için gelip tesadüfen yazımı okuyup, kendisine göndermem için ricada bulunan takipçiler bile var. Felsefeyle haşır neşir bazı filozof dostlarım ise bu yazıların felsefeyle çok yakın ilişkisi var sayıp, çok da ciddiye alarak felsefenin özü gereği eleştirel yaklaşabiliyorlar. Felsefeyle yeni tanışan, düşünmeyi ve gelişmeyi seven çoğunluk ise çok yararlandıklarını söyleyip beni onurlandıran övgüler düzüyorlar. Bazı yazılarımın “Sözcü” ve “Cumhuriyet” gazetelerinde çıkmasını ve geniş kitlelere ulaşması gerektiğini söyleyen çok miktarda arkadaşlarım bile var. Azınlık bir gurup ise yanlışınızı kovalayıp sizi yerin dibine sokmak için çabalayanlardan oluşuyor. Tabii tehdit ve küfür edenleri bir guruba sokmaya bile gerek yok… Ben ne abartmaktan ne de küçümsemekten yanayım. Sonuçta köşenin adı “Felsefece” olsa da ben bir felsefeci veya felsefe hocası değilim. Ancak meraklıyım ve emek veriyorum, haftada iki konu bulup işlemek bile başlı başına bir uğraş. Çok beğendiğim, “çok iyi oldu bu yazı” dediğim, gizli bir haz duyduğum yazılarım da olmuyor değil. Kim bilir belki de mutluluk hormonlarının salgılanmasına yol açan nöronlarımın okşanmasından hoşlanıyorumdur. 60 yaşımdan sonra gelip beni bulan, on yıldır bu uğraşa devam etmemi sağlayan motivasyon işte o anlık haz, yani kendi yazdığımı kendimin beğenmesi olsa gerek. Demem o ki; yaptığınız işi kendiniz beğeniyorsanız devam etmelisiniz, yoksa bırakabilirsiniz. Kimse bir şey kaybetmez…