Akıl antik çağda özgürdü. Hristiyanlığın doğuşundan sonra, özellikle orta çağda Katolik Kilisesi aklın özgürlüğüne son verdi, onu denetimi altına aldı. Kilise Babalarının ileri sürdüğü görüşler, tek doğru olarak kabul edilir, tartışılmaz oldu. Engizisyon dönemi özellikle aklı özgürleştirmek için başlayan kıpırtılara karşı Kilisenin verdiği tepkidir. Kim bilir kaç kişi işkence gördü, kaç kişi zindanlara atıldı, kaç kişi yakıldı. Buna karşılık aynı dönemde İslamiyet aklı yüceltmiş, Doğuda bilim hayatını canlandırmıştı. Bu durum “Abbasi Rönesansı” olarak bilinir. Farabi, İbn-i Sina, İbn-i Rüşt ve benzerleri gibi büyük filozof ve bilginler antikçağ düşüncesinin taşınması ve geliştirilmesi görevini üstlendiler. İslam’ın altın çağı Batıyı da etkiledi. Kilise gerçeği bulma tutkusunu, doğayı, insanı, dünyayı, evreni araştırmayı, kısacası aklın özgürlüğünü, araştırıcılığını, bilimselliği durduramadı. Sonunda Batıda akıl çağına geçildi. Böylece İtalya’dan başlayarak Rönesans’ı, hümanizmayı, kısacası aydınlanmayı yaşamaya başladı. Bu, insanlık tarihinin en büyük dönemeci, en büyük devrimidir. İslam Rönesans’ı ise uzun sürmedi, 12. yüzyılda enerjisini yitirdi. İşte Osmanlı Devleti bu sırada kuruldu…
16.Yüzyıl sonu ile 17.Yüzyıl bilimin ve sanatın zafer çağıdır. Avrupa aydınlığa, bilimselliğe, sanatta yeni ufuklara, buluşlara, özgürlüğe, sanayi devrimine yol alırken, Batılı bilginler ve düşünürler, bilim ve düşünce dünyasını sarsarlarken, Osmanlılar sınırdaş oldukları için Batıdaki değişimi elbette fark etmişlerdi ama önemsemediler. Kendini yenilemeyi, çağa ayak uydurmayı başaramadığı için gittikçe çağ dışı kaldılar. Batıda din eğitimi veren medreseler üniversitelere dönüştürülürken, Osmanlı bilim ve düşünce dünyası akla, bilimsel kuşkuya, araştırma ve incelemeye dayanmayan bir anlayış içinde donup kaldı. Oysa tarihin bu döneminde durmak, çağdışı kalmak ve çürümek demekti. Batılı büyük devletler dünya denizlerine buharla, sonra petrolle işleyen gemileriyle egemen olurken, ülkelerini demiryollarıyla donatırken, ağır sanayilerini kurup, halkın eğitimine büyük önem verirken, Osmanlı gittikçe gerileyerek, ufalarak, çağdışı kalarak ve sürekli savaşlardan yenik çıkarak son yüzyılını “hasta adam” olarak geçirdi. Sonunda da tarih sahnesinden silindi. Yerine akla, bilime, aydınlığa ve çağdaşlığa önem veren Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. Genç Cumhuriyet aydınlanma mücadelesini başlarda sürdürse de, aynı topraklarda yüz yıl sonra geldiğimiz bugünkü süreçte, akıl ve çağ dışı, bağnaz yönetim yeniden egemen olurken; bizlere devrimleri yapmak kadar, onları korumanın ve savunmanın da ne kadar değerli olduğunu öğreten tarihsel bir resmi geçidi izlemek kaldı…