Harvard ve MIT gibi  seçkin üniversitelerde eğitim platformu kurucusu Anant Agarwal  herkesin eline ulaşan hesap makinelerinin öğrenimi altüst edeceğini  düşüncesini yaygınlaştırdığını anımsatıyor. Yaşayarak çıkarılan dersin beklentileri doğrulamadığını, sayısal okuryazarlığı demokratikleştirdiğini, öğrencilerin problemleri daha hızlı çözerek, elde ettikleri zaman kazancını , “üst düzey akıl yürütmeye” odaklayabileceğini öne sürüyordu.
    Hesap makineleri  gibi “yapay zekanın olası etkileri” de bütün insanlığın sorguladığı konulardan biri. Günümüz gündeminde  teknolojik gelişmeleri araç-gereçle yalıtmadan, kavramsal gelişme odağından değerlendirenler, yapay zekanın insanın verimliliğini artırması kadar insanın yerini alabileceğinden de endişeleniyor.
    Üç üniversitesi olan bir kentte yayımlanan bir yerel gazetede, “eğitimde devrim yapacak potansiyeli” olan yapay zekayı nasıl sorgulayacağımızın tartışması bir yerel gazetenin temel sorumluluklarından biri değil mi? Bu soruyu değişik yönleriyle  tartışalım ki,  “yeni nesil eğitim” ve “yeni nesil üniversite” konularında yaşamın öz gerçekliğine yakın bir “kavrayışa” erişebilelim.

Yaratıcı yüzleşme özgüveni
Doğamızın özelliklerinden biri de, kendi yakınlarını küçümseme eğilimidir. Fransızlar “İnsan kendi köyünde peygamber olamaz”  diyor. Bizim halkımız da kendi geçim örgütlenmesinden çıkardığı dersi,“ Ev danasından öküz olmaz” genellemesiyle paylaşır.
 İnsan doğasında yakınını “küçümseme”, uzakta olanı “abartma” eğiliminin aşırı değerlendirilmemesi için uyarasını yapar: “Davulun sesi uzaktan hoş gelir!” 
    Kulağımıza hoş gelmesi nedeniyle  değil, gerçekten  değerli bulduğumuz için uzaktaki bir tanıktan destek alalım : Paavo Jarvi Grammy ödüllü Estonyalı-Amerikalı orkestra şefi.Tonhalle-Orchester Zürich’in müzik direktörü, Deutseche Kammerphilarmonie Bremen’in sanat direktörü ve Parnü Müzik Festivali ile Estonya Orkestrası’nın kurucusu.
    The New York Times’in  Turning Point ekindeki değerlendirmesini  Oksijen gazetesi yılbaşında dilimize de aktararak okuyucularıyla buluşturdu. Jarvi, “ Dikkat sürelerinin kısaldığı ve popüler kültürün sindirilebilir içeriği tercih ettiği modern dünyamızda, senfoni orkestrası son derece az  takdir edilen bir mücevherdir. Sadece elit sanatın bir kalesi değildir; uyum ve işbirliğinin hüküm sürdüğü ideal bir toplumu da temsil eder. Geçmişi, ırkı veya  kişisel tercihleri ne olursa olsun, bir orkestranın her üyesi rolünü bilir, diğerlerini dinler ve mümkün olan en iyi performansı yaratma ortak hedefi doğrultusunda çalışır” diyor
    Jarvi orkestranın sunduğu müzik kadar, insanlara verdiği mesajı doğru anlamamız gerektiğini söylüyor :” Bir orkestra ideal bir toplumun mikrokozmosudur. Kendi fikirlerine sahip olmalarına rağmen işbirliği yapan ve uzlaşan son derece başarılı bölüm liderleri ve müzisyenlerinden oluşur. Bir orkestrada karar alma demokratiktir, ancak hiyerarşiye de saygı gösterilir; müzisyenler bir dereceye kadar bağımsızlıklarını ve kişisel ifadelerini korurken şefin vizyonuna güvenir ve onu takip ederler. Bu hassas denge, bireylerin liderliğine saygı duyarken birlikte çalıştığı iyi işleyen bir toplumu yansıtır.”
    Şef,  günümüzde orkestraların elitizmin sembolü olarak algılandığını, gerçeğin ise bunun tam tersi olduğunu, orkestraların kültürel dokumuza  paha biçilmez  değer kattığını da belirtiyor.
Karmaşa ve kargaşa
Özellikle büyük dönüşümleri  yaratan dinamiklerin yol açtığı “karmaşa” ile yönetim beceriksizliğinin çoğalttığı  “kargaşa”  ortamı yaptığımız  için “anlamını sorgulamanın” geliştirici etkilerinden bizi uzaklaştırabilir. Bu uzaklaşmanın güzel derslerinden biri de  “satranç oyununu”  geliştiren vezirle ilgili anlatılan öyküdür.
İşimizde “anlam arayışından” uzaklaşmanın sakıncalarını, satrancı  geliştiren vezirin  Şah’a  söylediklerinden de kavrayabiliriz.
    Satranç oynamaya kendini kaptıran Şah’ın durumu devlet yönetenleri rahatsız eder. Oyunu geliştiren vezir kaygılarını  anlatır: “ Şahım, bu oyun, sadece  zamanın sırtımızdan nasıl geçtiğini unutturmak için geliştirilmedi…Oyun size,  vezirleriniz, adamlarınız,  askerleriniz, atlarınız, filleriniz, arabalarınız ve kaleleriniz  yoksa siz bir hiçsiniz! diyor. Zamanınızı öldürmekten daha çok sizi Şah yapanlarla ilgilenmelisiniz!”
    Çoğu kez yaptığımız işin  özünü gözen kaçırarak, işin anlamından uzaklaşırız. Orkestra dinlerken yapılan işin bize verdiği mesajı düşünmeden, sadece çıkarılan seslerle kendimizi çerçeveleyebiliriz. Satranç oynarken de  “zaman öldürme” peşinde sürüklenirken; oyunun özünden uzaklaşabiliriz.
“Makul ve düzgün olan”
Yaşadığımız büyük dönüşüm, “ önemli olanla değerli olanı” karıştırmamızı, kargaşayı büyütmemizi ve derinliğine kavrayıştan uzaklaşmamızı alabildiğine besliyor.
Almanya Başbakanı Olaf Scholz  yılbaşı  mesajında, ülke kaderinin “sosyal medya sahipleri” tarafından belirlenmesinin kabul edilemeyeceğini belirtiyor ve diyor ki:” Tartışmalarımızda kimi zaman bir görüşün ne kadar aşırı  olursa olsun ilgi çekeceğini düşünenler bağışlanabilir. Ancak, Almanya’nın geleceği makul ve düzgün insanların büyük  çoğunluğuna bağlı olacak!”
    Popüler kültürün seline kapılarak, “kısa mesaja dayalı kolay sindirilebilir içerikten” yana mı, yoksa  Scholz’un  dediği gibi geleceği inşa edecek olan “makul ve düzgün insanlar” tarafında mı  durduğumuzu  sorgulamalıyız.
    İnsanları “yaşamın anlamını  arayıştan uzaklaştıran” yeni eğilimleri; eğilimlerin fırsat ve tehlikelerini sorgulamazsak, sağlıklı bir geleceği nasıl inşa ederiz? Bu soru  en az enflasyonun etkileri kadar önemli. “Üst düzey akıl yürütmeye” tarihin hiçbir döneminde bugünkü kadar ihtiyacımız olmadı; unmayalım!