Prof. Dr. Ali Yaycıoğlu’ dan esinlenerek diyebiliriz ki, yapılanmaların – kuruluş, kurum, organizma, organizasyon- birikim yeteneğini koruyarak uzun dönemli geleceğini güven altına almasının gerek şartı “geleneklere sahip olmak” ise yeter şartı da “ ortak bir tarih anlatısı ve birlikte geleceğe yolculuk etme iradesidir.”
Kasaba kültürünün tehlikelerinden biri de, “ortak tarih anlatısı ve birlik geleceğe yolculuk etme iradesini ” aşındırmasıdır.
İzzet Yolal ve Muharrem
Kubat’la dertleşme
Muharrem Kubat Emirdağ’ın yoksul bir köyünden Çifteler Köy Enstitüsü’nün fırsat kapısını aralayanlardan biridir. Öğretmenlik günlerimizin başladığı 1960’lı yılların ortalarından 1970’lı yılların ortalarına kadar Eskişehir’de eğitim kurumlarında birlikte görev yaptık. Kubat’ın bir başka şapkası da okul yöneticiliğiydi. Eskişehir Tunalı Ortaokulu müdürü İzzet Yolal Bolvadin’in ,Muharrem Kubat’da Emirdağ’ın köyünden gelen Cumhuriyet yönetiminin açtığı aydınlık yolun yolcularıydı. Bildiğim kadarıyla hâlâ bugün zaman zaman bir araya gelerek söyleşiyorlar. Benim mesleki kariyerimdeki ilk yöneticim olan İzzet Yolal’a yakın zamanda uğradım: “Seni bütün içtenliğimle kutluyorum; bu kadim şehirle ilgini ve katkını hiç kesintiye uğratmadan sürdürdün. Umarım birileri çıkar da senin katkılarını ikinci bir göz olarak değerlendirerek belgeler” dedi.
Yakın geçmişte Muharrem Kubat’ı telefonda aradığımda 92 yıllık ömrünün birikimlerini paylaştı. Bir ara, biraz da umutsuzca dedi ki :“ Sizinle birlikte olduğumuz dönemleri çok arıyoruz. O dönemde herkes düşüncesi söyleme ve savunma konusunda istekliydi. Kendi bakış açılarımızı önemsediğimiz kadar, aykırı düşünceleri de dinleme özeni gösterirdik. Şimdi ne okuyan, ne de tartıştan insan kalmadı. Bir suskunluk var. Seçilmiş ve atanmışlar da suskunluğu tercih ediyor.Bu suskunluğun bir sebebi olmalı, ama ben ne diyebilirim ki…Bu gidişatla biz çocuklarımıza ve torunlarımıza nasıl bir dünya bırakacağız? Kaygılarım her geçen gün artıyor…”
Muharrem Kubat’ı kaygılandıran ortamı yaratan etkenlerden birinin ve önemlisinin “kasaba kültürünün yaygınlaşması” olduğunu düşünüyorum. Düşündüklerimi de yazarak tartışmaya açıyorum ki, eksik ve yanlış değerlendirme yaptığımı düşünenler vara, gerekçelerini açıklar da , yanlışlarımızı düzeltir, eksiklerimizi tamamlar ve birlikte zenginleşiriz.
Dünya genelinde gelişmeleri izleyenler diyebilirler ki, “ Kasaba kültürünün yaygınlaşması bize özgü değil. ABD seçimlerinde ana akım eğilimlerin tersine sloganlarla çıkanların seçim kazanması da bizdeki kitle kültürü gibi toplumun yoksul kesimlerinin sığınabilecekleri alan araması ve ayrıntı bilgisine sahip olmayan insanların slogan odaklı, popülist ve derinlikten yoksun insanların yaptıkları tercih değil mi?”
Sorular haklı gerekçelere dayansa da, toplumların yaşamında yitirdiğimiz değerlerin yerine ne koyacağımızı bilmemenin oluşturduğu ve yaygınlaştırdığı belirsizliği ve kararsızlığı anlatmak için tarihten bir örneği paylaşalım.
Sende olandan ben de yararlanırım
Mark Kurlansky Tuz Üzerinden Dünya Tarihi kitabında 18’inci yüzyılın sonlarında ABD’nin Cod Burnu’ndaki durumu paylaşıyor: Marangoz Reuben Serars dönemin önemli ticaret metalarından biri olan tuz üretiminde yeni bir teknik icat ediyor. Meşe silindirler üzerinde kayarak açılıp kapanan, deniz tuzunun mart ayından kasıma kadar etkin bir şekilde üretilmesini sağlayan bir çatı icat ediyor. Açık havalarda sarnıçların üzerindeki örtü toplanıyor; hava bulutlanıp yağış beklendiği zaman örtüler silindirler döndürülerek kapatılıyor. Sarnıçlar özel mülk sahiplerinin olduğu halde hava bozunca yörenin kadın ve erkekleri hep birlikte çatıları kapatmayı sosyal sorumluluk bağlamında birlikte üstleniyor.
Cod Burnu insanları, “Bende olmayan başkasında da olmasın” diyen kasaba kültürüne kendini kaptırmıyor. Tuz üretiminin yarattığı refahtan kendilerinin de aldığı payın bilincindeler; üretimde aksama olmasın diye sarnıçların kapatılma işini imeceyle yapıyorlar. Tuz üretiminin bütün yörenin maddi ve kültürel zenginliğine katkı yaptığının bilincindeler. Cod Burnu insanları, refahın üretim bağlamlarını düşünerek kendi egolarını şişirmiyor; toplumsallaştırmanın yarattığı gücün farkında oldukları için maddi değerler üreten tuz sarnıçlarını kendi mülkleri olmadığı halde koruyorlar.
Refahımızı artırmak için “rasyonel yurttaş” olmak gerek şartı; geçim örgütlenmesini de “üretim bağlamlarını” ve “ kendimizle başa çıkma mekanizmalarını” dikkate alarak kararlar verme de yeter şartı oluşturur.
“Sende olan benim de yararımadır” düşüncesi, topluluk olmaktan toplum olmaya geçiş yapabilmiş olanların sahiplendiği; o nedenle “toplumsallaştırma gücünden” yararlandığı bir algı, anlayış, bilgi , anlama ve anlamlandırma sürecidir.
Başkalarının yaptığını “karalayarak” kendini yüceltme “kasaba kültürü hastalıklarından” biridir. Sende olanı , benim de kendimi geliştirmenin kaldıracı olarak algılanmalı ki kasaba kültürünü aşarak gelişmiş toplumlar kervanına katılalım. O zaman Muharrem Kubat gibi insanlarımız umutsuzluğun çaresizliğini yaşamaz, daha güvenli geleceğin umuduna sarınabilirler.