Yazı  insanlarının gelişmesi, onların yazılarına erişebilen entelektüellerin  yaptığı eleştirilerin çeşitliliğine, renkliliğine ve zenginliğine sıkı sıkıya  bağlıdır. Yazı insanının düşüncelerini  “onaylayan”  yazılar ne kadar değer katarsa, “eleştirenler” daha fazlasını katabilir. Hakan Erdem’in  “Tarih Lenk” kitabını  “alıcı ruhla ”okurken “Hiç kimse köpeksiz köyde değneksiz dolaştığnıı sanmasın”  diyen halk sözünü anımsadım.  İlber Ortaylı’nın  24 Kasım 2024  günü  Hürrriyet gazetesinde “Atatürk’ün Devri” yazısında  Daron Acemoğlu’nun anlattıklarını irdeleyişini  de aynı ruh haliyle okudum. "Uyarıcı özü” olan eleştiri yazıları, yazı insanlarının düşüncelerinde “ince ayarlar” yapmasını sağlar; zenginleştirici işleve sahiptir. Eleştiriler  yazı insanını  aşındırmaz, tersine  zenginleşmesine katkı yapar. Mevlana’nın sözünü bir kez daha kendimize anımsatalım: “ Gerçek dostu olanların aynalara ihtiyacı  yoktur!”
 “Kasaba kültürü” üzerine ( 19, 26  Kasım, 3-10  Aralık 2024)  yazılarımıza özlediğimiz  düzeyde bir eleştiri geldi. Selim Süleyman’ın bu eleştirisini  Sakarya okuyucusuyla  paylaşmazsak, yazı insanının “iç tutarlılık” konusunda boşluk yaratır. Virgülüne bile dokunmadan  eleştiriyi  sizlerle paylaşıyorum.
***
Kasaba Kültürü Kavramında 
Ötekileştirici Bir Taraf Var mı?
Kasaba Kültürü kavramı üzerinden yaptığınız değerlendirmeler ülkemiz açısından son derece önemli ve dile getirdiğiniz tüm eleştirilere katılıyorum. Ancak bu kavram özelinde bazı çekincelerimi ifade etmek istediğim için bu yazıyı yazma gereksinimi duydum. Ayrıca bizlere adeta bir kural olarak öğrettiğiniz “eleştiri” hakkımı kullanmak istiyorum. 
Yazıda, "kasaba kültürü" kavramı, toplumsal gelişmeyi ve bireylerin üretkenliğini engelleyen bir ara kültür olarak tanımlanıyor. Köy kültürünün geleneksel yapısı ile kent kültürünün kurumsallaşmış denetim mekanizmaları arasında kalan bu kültür, kuralsızlık, ilkesizlik ve sığlık ile karakterize ediliyor. Gaston Bachelard’ın Mekânın Poetikası kitabını temel alarak bu kavramı mekânsal bir perspektiften ele alabiliriz.
Mekân ve Hafıza: Bachelard’ın Poetikasıyla Karşılaştırma
Bachelard’a göre mekân, yalnızca fiziksel bir yer değil, aynı zamanda insanın hayal gücünü ve ruh halini şekillendiren bir olgudur. Mekânın Poetikası, bireyin yaşadığı mekânların (ev, oda, köşe) anılar, duygular ve hayal gücü üzerindeki etkisini inceler. Yazıda ele alınan kasaba kültürü, mekânın bu anlamda bireylerin hayal gücünü sınırlandırdığı, toplumsal bağlamı daralttığı bir ortam yaratır. Kasaba kültürü, mekânı üretkenlikten uzak, bireylerin potansiyelini körelten bir tür durağanlık olarak yeniden üretir.
Bachelard, bireyin içsel dünyasının, mekânla kurduğu bağda derinleştiğini öne sürerken, yazıda kasaba kültürü bu bağın yüzeyselleştiği ve yozlaştığı bir örnek sunar. Kasaba kültürü bağlamında, mekânın anlam üretme kapasitesi kaybolur; bireyler, içinde bulundukları mekânları kendilerini gerçekleştirme veya hayal kurma alanları olarak değil, birbirini kopyalayan sıradan bir bağlam olarak yaşar.
Eleştirel Perspektif: Mekânın Üretkenliği ve Toplumsal Dinamikler
Bachelard’ın mekânı bireysel hayal gücünün ve yaratıcılığın bir alanı olarak görmesi, kasaba kültürü eleştirisiyle tezat oluşturuyor. Bachelard için mekân, bireylerin kendini aşma ve yaratıcı bir enerjiye dönüştürme potansiyeli taşır. Ancak yazıda, kasaba kültürüne dayalı mekânlar bu potansiyeli baltalayan, bireyi kısır bir döngüde tutan bir "engel" olarak tanımlanıyor.
Bachelard'ın mekânsal poetikası, bireyin öznel deneyimini, mekânı anlamlandırmada merkezi bir faktör olarak kabul ederken, yazıda kasaba kültürünün bireyler üzerindeki etkisi daha çok bir "dayatma" olarak resmediliyor. Kasaba kültürünün mekânsal düzenlemeleri, bireyin deneyimini ve anlamlandırma sürecini değil, toplumsal kayıtsızlığı ve yüzeyselliği teşvik eder mahiyette ele alınır.
Önyargılar ve Toplumsal Yansımalar
Bachelard, mekânın hatıralarımızla dolup taşarak, duygusal bir koruma alanı sağladığını savunur. Yazıdaki “kasaba kültürü” kavramında ise, mekânın bu koruyucu özelliğini yok ederek, bireyler arasında güven duygusunun kaybolmasına yol açıyor. Özellikle "önyargılar ve dışlanmışlıklar" üzerinden mekânın nasıl bir izolasyon aracı haline geldiği, Bachelard’ın mekânı birleştirici bir öğe olarak gören yaklaşımına ters düşüyor.
Eleştirel Bakış: Çıkış Yolları
Yazının kasaba kültürünü aşmaya yönelik çözüm önerileri, Bachelard’ın mekân poetikasında öne çıkan "hayal gücünün özgürleşmesi" fikriyle örtüşüyor. Ancak yazı, bu özgürleşmeyi bireysel deneyimlerden ziyade toplumsal ve kurumsal düzenlemelere dayandırıyor. Örneğin, ekosistemlerin "birleşme alanları” oluşturması gerektiği fikri, bireysel hayal gücünden çok kolektif aksiyonlara odaklanıyor.
Bachelard’ın mekânın bireysel ruh halini dönüştürücü gücü vurgusunu genişletmek gerekebilir. Kasaba kültürünün aşılması, yalnızca toplumsal yapılarla değil, bireyin mekânı anlamlandırma biçimiyle de bağlantılıdır. Bachelard’a dayanarak söyleyebiliriz ki, birey mekânı bir "sığınak" olarak yeniden hayal edebilirse, kasaba kültürünün dayattığı sınırlamaları aşabilir.
Kasaba kültürü eleştirisi, Bachelard’ın mekân anlayışından önemli ölçüde farklılaşsa da, onun mekânın birey üzerindeki dönüştürücü etkisine dair fikirleri bu eleştiriye yeni boyutlar ekleyebilir. Mekânın yalnızca bir kısıtlama değil, aynı zamanda bir özgürleşme aracı olabileceği fikri, kasaba kültürünü aşma yolunda bireysel ve toplumsal yaratıcılığı teşvik eden yeni bir yaklaşım sunabilir.
Yazının vurgu yaptığı kurumsal düzenlemeler ve toplumsal yüzleşmeler, Bachelard’ın bireysel hayal gücüne dayalı çözüm önerileriyle bir arada düşünülürse, daha bütüncül bir çıkış stratejisi geliştirilebilir.
Yazıda "kasaba kültürü" kırsal ve kentsel kültürlerin arasında kalan, ancak her ikisinin olumlu yönlerini de dışlayarak bir tür yozlaşma ve sığlık üreten bir ara form olarak tanımlanıyor. Ancak şehir kültürüne baktığımızda, onun da elitist, dayatmacı, ve ayrıştırıcı unsurlar barındırabileceğini, hatta bu özelliklerin kasaba kültürüyle benzeşebileceğini söyleyebiliriz.
Şehir Kültürünün Elitist ve Dayatmacı Yönleri
Şehir kültürü, genellikle kurumsal yapıların varlığı, hukukun üstünlüğü, ve bireyin özgürlüğüne verdiği önemle tanımlanır. Ancak bu yapıların da otoriterleşme, ayrımcılık veya elitizm yoluyla dışlayıcı mekanizmalar üretebileceği açıktır.
Elitist bir şehir kültürü:
•    Tek tip değerleri dayatabilir: Belli yaşam biçimlerini, kültürel zevkleri veya davranış kalıplarını norm olarak belirler. Bu, farklı sınıf, etnik grup veya yaşam biçimlerini dışlayabilir.
•    Güvensizlik ve bireysel çıkar odaklılığı teşvik edebilir: Kasaba kültürünün "arkadan vurma" ve "güvensizlik" özelliklerinin, şehir ortamlarında daha karmaşık ve kurumsal bir biçimde ortaya çıkması mümkündür.
•    Toplumsal bağları zayıflatabilir: Şehirlerin bireyselliği teşvik eden yapıları, topluluk hissini baltalayarak bireyler arasında soyut bir mesafe yaratabilir.
Bunlar, şehir kültürünün kasaba kültürüne benzer bir şekilde toplumsal güveni ve iş birliğini baltalayan özellikler taşıdığını gösterir.
Kasaba Kültürünün Şehir Kültürüne Benzerliği
Kasaba kültürünün belirli özellikleri (örneğin, güvensizlik, önyargılar, çıkarcılık), şehir kültüründe daha sofistike şekillerde kendini gösterebilir. Özellikle modern şehirlerde:
•    Sığlık ve vasatlık: Şehirler de tüketim kültürü, medyanın etkisi veya hız çağının getirdiği yüzeysellik nedeniyle sığlaşabilir.
•    Kutuplaşma: Şehirlerde de politik, sınıfsal veya ideolojik ayrışmaların sonucunda "biz ve onlar" şeklinde ötekileştirme mekanizmaları doğabilir.
•    Kurumsal yozlaşma: Şehir kültürünün temel dayanaklarından biri olan kurumların yozlaşması, şehirde de kasaba kültüründe olduğu gibi çıkarcılık ve ilkesizlik yaratabilir.
Bu nedenle şehir kültürü de, özellikle elitist ve dışlayıcı hale geldiğinde, kasaba kültürüne özgü görülen sorunların aynısını taşıyabilir.

Not: Haftaya,  Selim Süleyman’ın  “Kasaba kültürünün şehir kültürüne benzerliği ve  diğer değerlendirmelerini paylaşacağız: