Modern çağ olarak adlandırılan 21. yüzyılda yaşadıklarımıza inanmak mümkün değil.
Geçen yıl Şubat ayında Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ile başlayan saldırılarda yüzlerce sivil öldü, insanlar ülkelerini terk etmek zorunda kaldı, büyük acılar yaşanmaya devam ediyor.
İki haftadan beri devam eden İsrail ile Filistin arasında yaşanan savaşta da can kayıpları artıyor, yaşanan yıkımı ise tarif etmenin imkanı yok.
İsrail, hastane, cami, tarihi yapılar gibi ‘savaş hukukunun temel prensiplerine’ bile aldırmadan saldırmaya devam ediyor.
Bu bağlamda İsrail ile Hamas arasındaki çatışmalar 11. gününde devam ederken İsrail güçleri, Gazze’de bir hastaneyi hedef aldı.
Saldırı sonrasında çocuklar başta olmak üzere 500’ün üzerinde sivil yaşamını kaybetti.
İnsanlık suçu işleyen İsrail’e Batı ülkeleri ve Uluslararası kamuoyundan çok güçlü bir tepki gelmediği için açık hava hapishanesine dönen Gazze’de büyük bir insanlık dramı yaşanmaya devam ediyor. 
Yaşanan olaylara bakınca Büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün “Yurtta Barış, Dünyada Barış” çağrısının ne kadar değerli olduğunu bir kez daha görüyoruz.
Hastane vurmak,
Çocukları katletmek…
Tarih, 17 Ekim 2023 gecesi yaşananları “İnsanlık adına utanç günü” olarak kayda geçecek.

Silahsız, savunmasız sivilleri yok etmek üzerine kurgulanan kafaların ‘şiddet işçisine’ dönüşmesi hiçbir şekilde kabul edilemez.
Diğer yandan, savaşın geride bıraktığı yıkıntının görüntüleri, bölgedeki gerilimin arka planı ve devletlerin stratejileri ile ilgili uzmanlarla yapılan programlar ‘medyanın tek gündem maddesi’ haline gelmiş durumda.
Ülkemizdeki önemli sorunlar savaş nedeniyle gündemin çok gerisinde kaldı.
Barınma sorunu yaşayan ve büyük ekonomik zorluklar içindeki üniversite öğrencilerinin seslerini duyan yok.
Deprem bölgesinde yaklaşan kış günlerine karşın insanlar hala çadırlarda yaşıyor, sorunlara kalıcı çözüm geliştirilmesi ile ilgili girişimler yeterli değil.
Asgari ücretin altında kalan 7.500 TL maaş ile hayatta kalma mücadelesi veren emeklilerin yaşadıkları zorluklar da ne yazık ki konuşulmuyor.

Gündemde öncelikli olarak yer bulması gereken konulardan birinin de Milli Eğitim Bakanlığı’nın “Okul öncesi eğitim kurumlarında mescidi zorunlu hale getiren” yönetmelik değişikliği olduğunu söylemek gerekli.
Milli Eğitim Bakanlığı Anayasamızın değiştirilemez maddesi ve devletimizin temel niteliği olan laikliğe yeni bir darbe daha vurdu. 
Yeni yönetmelikte “Okulöncesi eğitim ve ilköğretim kurumları ile yatılı bölge ortaokullarının pansiyon kısımlarında ibadet ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla doğal aydınlatmalı uygun mekanda mescit açılır” ifadesi getirildi.
Bakanlık, ÇEDES projesiyle okullara imam, vaiz, din görevlisi gönderilmesinin ardından çok önemli gerici bir uygulamaya daha imza attı.
Anaokuluna mescit zorunluluğu getirdi.
Düzenleme ile ilgili olarak pedagoglar henüz soyut düşünme yeteneğini kazanmamış olan 3-6 yaş grubundaki çocuklara cennet-cehennem, günah-sevap gibi kavramların verilmesinin çocukların ileri yaşlarında önemli sorunlar yaşamasına neden olabileceğini belirtiyor.
Uzman görüşleri ne yazık ki dikkate alınmıyor.
Çok büyük bir üzüntü ile gözlemliyoruz ki, okullarımız ibadethaneye dönüştürülüyor. 

Örnekler çok.
Eskişehir’de de kısa bir önce kentin merkezindeki Süleyman Çakır Kız Lisesinin bahçesinde ilahiler eşliğinde lokma ve pilav ikramıyla birlikte öğrencilerin katılımıyla “Mevlit Kandili kutlaması” yapıldı. 
Ara tatilde öğretmenlere ‘din eğitimi semineri’ verilecek.
Milli Eğitim Bakanlığı, Cumhuriyetimizin 100. Yılını İmam Hatip Liseleri ile kutlayacak ve bu kapsamda tüm okullarda ‘hatim ve mevlit’ programları düzenleneceğini de not düşmekte yarar var.
Milli Eğitim Bakanlığı, eğitimin niteliğini arttırmak, eğitimde fırsat eşitliğini sağlamak için uğraşmak yerine ‘eğitimin dinselleştirilmesi’ için çaba harcamaya devam ediyor.
Diğer yandan Cumhuriyetimizin 100. yılını kutlama programlarının neredeyse Derneklerin kuruluş yıldönümü seviyesine indirilerek çok düşük profilde öngörülmesi, iktidar tarafından savaş bahanesiyle kutlamaların ertelenmesi ise ayrı bir yazı konusu olmayı hak ediyor.

Modern çağda ‘karanlık gelecek için yapılanları’ anlatmak için daha fazla söze gerek var mı?