Çölde seyahat eden bir derviş, bir bedeviye rast gelir. Bedevi perişan haldedir ve ondan su ister. Onun haline acıyan derviş yardım etmek için devesinden iner. Bunu fırsat bilen bedevi o anda deveye atlayarak hızla kaçmaya başlar. Derviş ise arkasından var gücüyle koşmakta ve bağırmaktadır: “Evladım deve de seni olsun, üstündeki yiyecek de! Yeter ki ne olur bu yaptığını kimseye söyleme!..” Bedevi dervişin bu sesini duymuştur. Hayretle döner ve sorar: “Issız çölde susuz ve devesiz kaldığını dert etmiyorsun da dolandırıldığını mı dert ediyorsun?” Dervişin cevabı ibretliktir: “Derdim onlar değil. Bu haber bu diyarlarda bir duyulursa bundan sonra kimse çölde susuz kalmış birine su vermek istemez!..” Bu kıssadan hisse nereden geldi şimdi aklına derseniz; geçtiğimiz hafta günümüzde ülkemizde siyasetin nasıl yapıldığını bizlere pek güzel anlatan bir olguya maruz kalmamız, doğrudan bu öyküyü akla getiriyor ve niye bu durumda olduğumuzun kısa özetini yapıyor da ondan, derim…
Siyasi çürümenin ne olduğunu, siyasal İslam’dan devşirilip CHP yönetim kadrolarında kendine yer bulan, bu seçimlerde milletvekili listelerinde yer alamayınca, üstelik iktidar partisinin önde olduğu açığa çıkınca TV’lere çıkıp, “partim CHP’ye de oy vermedim, genel başkana da cumhurbaşkanı olsun diye oy atmadım” diyen, siyaseti meslek edinmiş adam anlattı. Siyasetteki insan kalitesi ülkedeki insan kalitesinden bağımsız olmasa gerek ama bu adamın zavallılığı çok çarpıcı. Yukarıdaki öyküde anlatılan dervişi kandıran bedevi, aslında kutup ayısına rastlayan çöldeki bahtsız bedeviden daha beter durumdadır ama farkında değildir. Zamanında kopup geldiği iktidar partisi başkanına “beni yeniden yanına al” diye yalvaran devşirme milletvekiline gelirsek; çıkar denizinin ufkuna yelken açabilmek umuduyla, iyi bir şey yaptığını sanarak, kendinin, siyasetin ve hatta toplumun altını oymaya çalıştığı için aslında insanlığa ihanet etmektedir, ama o da farkında değildir…