Felsefenin, ilk maddeyi yani her şeyin başlangıcını (arkhe) “su” olarak tanımlayan Milletli Thales (M.Ö.600) ile başladığı kabul edilir. Daha sonra evrendeki her şeyin dört elementin, yani ateş, toprak, hava ve suyun farklı oranlarda karışımından oluştuğu düşüncesi ilk kez M.Ö. 450’lerde Sicilyalı Empedokles tarafından öne sürülmüştü. Diğer Yunanlı düşünürler arasında da geniş kabul gören bu görüşe, Aristotales beşinci bir elementi, insanın beş duyusu ile algılayamadığı, mistik ve mitolojik havayı yani “ether”i katmıştı. Ayrıca ilk bilim insanlarının en büyüğü saydığımız Aristoteles’e göre dünya güneşin etrafında değil, güneş dünyanın çevresinde dönüyordu. Empedokles’in dört elementi, izleyen yüzyıllar boyu bilimi etkilemiştir. Ünlü İstanköylü hekim Hipokrat bile insanların mizaçlarını, melankolik, asabi, iyimser ve soğukkanlı olarak dörde ayırırken, bu farklılığı her mizaç tipinde bu dört elementten birinin daha fazla olmasıyla açıklamıştı. Biliyorsunuz “simya” yani bazı maddeleri altın ya da gümüş gibi değerli metallere dönüştürme “ilmi”, sonraki yüzyıllarda ortaya çıkacak kimya biliminin de temelini atmıştır. Hatta Newton’un 1693’te sıklıkla geçirdiği sinir krizlerinin, o sıralar simya deneylerinde yoğun olarak kullandığı cıvadan kaynaklandığı sanılır. Aynı yüzyılda Fransız filozof, matematikçi ve bilim insanı Descartes ruh ve beden ayırımı yapıp “düalizmi” kurmuş, meşhur zihin-beden problemini ilk defa ortaya çıkarmıştı. Hatta o kadar ileri gitti ki ruhun melatonin salgısından sorumlu beynin tam ortasında bulunan kozalağı andırdığı için “pineal gland” dediğimiz salgı bezinin üzerinde oturduğu şekline bir saçma öngörü de bile bulundu. Bütün bunlar bilimin nerelerden ve hangi saçmalıklardan süzülüp yol aldığının açık göstergesi. Belki hepsi de yanılıyorlardı ancak olan bitenler onları hala filozof veya bilim insanı olarak anmamıza engel olamadı...
Bizim gençliğimizde her bilim dalı kendi içinde yavaş yavaş yeni uzmanlık alanlarına bölündü. Daha sonra branşlaşma o kadar ileri gitti ki bir ana bilim dalı, çeşitli bilim dallarına, o da kendi içinde çeşitli uzmanlık dallarına ayrıldı. Şimdilerde ise süreç tersine işlemeye başladı. Bilimler bir anlamda kendi çevreleriyle bütünleşme sürecine girdi. HBT (Herkese Bilim ve Teknoloji) Dergide buna dikkat çekiliyor ve önce ayrılma vardı şimdi birleşme deniyor. Fizik, kimya, tıp, makine, elektronik, mühendislik, biyoloji, bilgisayar, hatta bunlara ekonomiyi de katabiliriz, hep birlikte anılabiliyormuş. Arkeoloji bile bugünkü halini kimya, botanik, genetik, moleküler biyoloji vb. gibi dallarla birlikte yürümeye başladıktan sonraya borçluymuş. Tıp bilimi, elektronik, fizik, matematik, genetik, moleküler biyoloji ve bilgisayar teknolojileri ile el ele yürüyormuş. Meteoroloji bilimi yarın hava nasıl olacak gibi basit bir cümlenin ötesinde bir olaymış, içinde matematik, fizik, oşinografi ve jeoloji bilimini barındırıyormuş. Demek bilimsel ilerleme hep kendi zamanı içinde değerlendirilirse doğru bir değerlendirme yapmış oluyoruz. Yoksa anakronik düşünüp yanlışa düşüyoruz. Bilimsel düşünce yanlışlanarak ve değişerek hep ileriye doğru akıyor…