Depremler toplumumuzun kolektif hafızasında önemli bir yere sahip olması gereken  doğal olaylar.

Hangi kuşaktan olursak olalım, yakınımızda ya da uzağımızda yaşanmış önemli bir depremlerin can kayıpları, mal kayıpları, sakat kalmalar, psikolojik travmalar hafizamızın derinliklerine yerleştirmiştir.

 Bu satırların yazarı anasına doğum gününü sorduğunda, “Erbaa depreminden sonra, Zemheri’de eski hesap yılbaşında, Pazartesi  gününü Salı’ya bağlayan gece  dünyaya geldin” yanıtını alırdı.

Amasyalı coğrafyacı  Strabon’un  anlatımıyla  “Coğrafya kaderimizdir”. Yurt edindiğimiz  Anadolu’ da farklı toplumsal çıkarların yarattığı Jeopolitik çatışmaların karmaşası ne kadar gerçekliğimiz ise depremle  yüzleşmek de o kadar  gerçeğimizdir.

Gerçekliklerimizi  iyi biliyor; gerçeklerimizi  tanımlıyorsak, orada öncelikli sorunumuz  “çözüm üretmek” olmalıdır. Çözüm üretmenin özü de, yüzleştiğimiz  olay ya da olgu ne kadar karmaşık olursa olsun, insan aklının  karmaşayı  kavrayışa dönüştürmek için var olduğunu bilmektir.

İnsan aklının birikimi, karşılaştığımız olgu, bir doğal olay olsa bile, çözüme giden yolun iki kök etkeni oluğunu sürekli kanıtlamaktadır: Birincisi, yaşamın fırsat ve tehlikelerini öngörme ve önlem alma disiplinidir. İkincisi de, istisnasız bütün eylemlerimizde  gözetim ve denetim disiplinini ödünsüz uygulamak.

Ülkemiz büyük bir doğal olayla  yüzleşti. Çok az görülen bir deprem yaşadık; depremin şiddeti ve etkisinin yaygınlığı bütün öngörüleri aşan özelliklere sahip. İşte tam bu noktada, içinde  bulunduğumuz  kaos ve karmaşanın ortasında, bir adım geri çekilip  dingin düşünebilirsek, geçmişteki yaşanmışlardan ders alır; daha sağlıklı gelecekler inşa etmek olan  tarih bilincimizi iki basamak  yukarılara  taşıyabiliriz.

Geçmişin karmaşasını, anlamlı bir kavrayışa dönüştürmek  istiyorsak, bazı konularda  alabildiğine özenli ve dikkatli olmalıyız: Birincisi, geçmişte yaşanan depremlerle ilgili verilere, yaşanan depremle ilgili verileri eklemek için hiçbir sapmaya izin vermeyen bir açıklık özeni göstermeliyiz. Gelecekle ilgili içgörülerimizi güçlendirmek, doğru  stratejiler kurgulamak, tutarlı uygulamalarla karşılaşacağımız tehlikeleri en az maliyetle atlatmak istiyorsak, yaşadığımız depremlerin özelliklerini ve etkilerini “açıklık”  ilkesinden ödün vermeden net bilgiye dönüştürmeliyiz. İkincisi, bütün öngörüleri aşan bir deprem felaketi yaşamış olsak da, yaşadığımız “koordinasyon sorunlarını” kaydetmeli, eksiklerin ne kadarının geçmiş birikimlerimizden, ne kadarını olayın öngörülebilir olmanın ötesine geçmiş olmasından kaynaklandığını kanıta dayalı sorgulamalardan geçirmeliyiz. Üçüncüsü de, deprem bu ülkenin gerçeği olduğuna göre, bundan sonra hangi  çözümlere odaklanacağımızı tanımlamalıyız.

Yaşadığımız olayın büyüklüğünün yarattığı karmaşayı  kavrayışa dönüştürmek  gelecek inşa etme gündemimizin temel sorunlarından biridir… Net bilgi, etkin koordinasyon ve odaklanma olmaksızın sorunlara  etkin çözümler üretilemiyor. Bu yalın gerçekliği, başkalarını suçlayarak rahatlama ucuzluğuna düşmeden, eleştirel akıl karşısında hemen kalkanlarımızı kaldırarak savunmaya geçmeden değerlendirelim.  Alıcı bir ruhla boşluklarımızı anlamaya, onları nasıl dolduracağımızın yollarını bulmaya odaklanalım.