İnsanlığın tarih boyunca üzerinde en çok düşünülmüş, yazılmış, çizilmiş ve tartışılmış kavramı “mutluluk” olsa gerek. Mesela aşk mutluluğa giden biyokimyasal bir süreç olarak tanımlanır çoğu zaman. Duyulan heyecan “adrenalin” ile ortaya çıkar. Kalbin hızlı çarpması, yüzün kızarması, içinin titremesi bu hormonun marifetidir. Aşk karşılığını bulursa “endorfin” coşkusu devreye girer. Güvenli bir aşk serüveni mutluluk hormonu “serotonin” ile sürecektir. İşte bu heyecan, bu coşku, bu mutluluk ödül olarak “dopamin” ile alınacaktır. Artık hep bu ödül aranacak o ödüle ulaşmak bir amaç olacaktır. Demek ki aşk beyinde başlayıp beyinde biten bir olgu. Louis Aragon “mutlu aşk yoktur” derken aşkın süresini mi düşünmüştür acaba? Öyle ya bir hormon devamlı salgılanamaz ki! Mutluluğa giden en kestirme yol aşk olsa da insanın kendi içinde yükselmesi sadece aşkla sınırlı değil elbet. Mutluluk üzerine kitaplar yazmış felsefeci ve sosyolog Frederic Lenoir mutluluğun tanımını bakın nasıl yapıyor: “Mutluluk hakikat/doğruluk üzerinde inşa edilen anlamlı bir varoluştaki bütünlük ve süreklilik gösteren bir hoşnutluk hali bilincidir.” Elbet bu hoşnutluk hali deneyim, bilgelik, bilinç ve anlayışa bağlı olarak bireyin yaşamsal dönemlerine göre değişiklik göstermektedir…
Mutluluk sadece salgılanan hormonlara ya da beynimizde olup biten biyokimyasal olgulara bağlı olmasa gerek, çünkü maddeye bağımlı mutluluk sürdürülebilir değildir. Felsefe tarihinde Sokrates mutluluğu erdemli bir yaşamla ilişkilendirmiştir. Ona göre, bilgi ve erdem, gerçek mutluluğun anahtarıdır. Aristoteles “eudaimonia”dan söz ederek gelişmiş ruh halini tanımlamış, bunu bütün bir yaşama yayarak adeta mutluluğun etiğini oluşturmuştur. Epiküros mutluluğu acıdan uzak yaşamak olarak tariflemiş, Stoacılar ise dış koşullardan bağımsız olarak, mutluluğun zihinsel bir durum olduğunu ve erdemli bir yaşamla elde edileceğini savunmuşlardır. Ortaçağda Tanrı'ya yakınlıkla ilişkilendirmiş ve gerçek mutluluğun ancak ilahi bir birliktelikle mümkün olduğu belirtilmiştir. İmmanuel Kant ise mutluluğun ahlaki yasaya uygun bir yaşamla elde edileceğini ve bunun bireyin ödevlerini yerine getirmesiyle bağlantılı olduğunu savunmuştur. Arthur Schopenhauer ise mutluluğun, arzuların tatmin edilmesinden ziyade, arzuların bastırılmasıyla elde edilebileceğini öne sürmüştür. Thomas Hobbes’un tanımı ise; mutluluk arzunun bir nesneden başka bir nesneye geçmesidir ve mutluluk arayışı hiç bitmez. Bu nedenle insanlar birbirleriyle yarışır ve öne geçmek isteyen diğer insanın kurdu olur. Sigmund Freud’e göre mutluluk üç yetiye bağlıdır; çalışmak, oynayabilmek ve sevebilmek. Ülkemizde aklını kiraya vermeyip kendi kullanabilen günümüz insanlarına göre ise mutluluk; dört bir yanımızı sarmış ortaçağ karanlığının son bulmasını görebilme umudundan ibarettir…