Siz bu satırları okuduğunuzda biz her yıl şubat ayının ilk hafta sonunda olduğu gibi, üyesi olduğumuz, kurucu başkanlığını Prof. Dr. Örsan Öymen’in yaptığı “Felsefe Sanat Bilim Derneği”nin Assos’taki bir etkinliğinde olacağız. Derneğin “Assos’ta Felsefe” adlı bu etkinliğini takip etmeye başladığımızdan bugüne on yılı geride bırakmışız. Bu seneki konu “Yapay Zekâ Felsefesi”. Günümüzün belki de en spekülatif konusuna felsefeciler gözünden nasıl bakılıyor, onu anlamaya çalışacağız. “Yapay Zekâ” konusunda bilimin sınırları nerelerde, felsefe bunun karşısında nasıl konumlanıyor gibi zihinleri zorlayan konular tartışılacak. Ayrıca felsefe meraklıları dostlarla bir arada olmak ayrı bir keyif. Bu yıl tek eksiğimiz üzerimize doğan kış güneşi olacak gibi, hava soğuk ve yağışlı görünüyor. Karl Marks El Yazmalarında; “bir türü anlayabilmek için onun evrim sürecindeki en ileri örneğine bakmak gereklidir” demiş. Bu durumda primatların en ileri türü insan oluyor. Acaba insana baktığımızda en ileri türü görebiliyor muyuz? Bir taraftan kendisini aşan “Yapay Zekâyı” yaratan insan, diğer taraftan dünyayı mahveden, insanlığı çukurun dibine çeken insan…
Bütün mesele diğer primatlara oranla daha gelişmiş beyni sayesinde sahip olduğu aklını kullanamamak olsa gerek. Ünlü filozof, matematikçi ve dil felsefesi konularında yaptığı çalışmalarla bilinen Ludwig Witgenstein’ın önemli bir sözü var bu konuda: “Bir insan kilitli olmayan içeri doğru açılan bir kapıyı sürekli dışarı doğru itiyorsa ve kendine doğru çekmek aklına gelmiyorsa o odada hapistir.” Düşünememek tutukluluk halidir, biat kültürünün özünü oluşturur. Aklını kendi kullanmak yerine başkasının emrine vermektir. İmmanuel Kant aydınlanmanın tarifini yaparken “insanın kendi aklını kullanma cesaretini göstermesidir” demişti. Aklını kullanıp işleri daha kolaylaştırma adına kendi zihnini aşan makineler yapmaya çalışan insan ve kendi aklını kullanmayıp başkasının emrine verebilen insan. Her ikisine de “insan” diyoruz ne yazık ki…