Mümtaz Zeytinoğlu  anısına değerlendirme yapacaksak, bağlantı, ilişki ve etkileşim, çatışma ve işbirliklerimizin nasıl oluştuğunu, nasıl olgunlaştığını ve nasıl çoğaldığını anlamamız gerekir.
    Sonolay gazetesinin arşivini Odunpazarı Belediyesi’nin anlamlı bir eseri olan Doğan Avcıoğlu Kitaplığı’na  Seyfi Uyanıkla birlikte armağan ettik. Yazdıklarımızın izlerini arşivin şaşmaz hafızasından sürmek  isteyenlere açık  bir kaynak.
    Eskişehir Tunalı  Ortaokulu’nda yaşamımın zengin birikimleriyle dolu 10 yıl öğretmenlik bana  her zaman “ Gölgem sadece Eskişehir’de yerde düşür!” sözünü söyleyebilme hakkını verdi. Göreve başladığımda okulun yöneticisi olan İzzet Yolal  ile bugün de ilişkilerimiz sürüyor. Mümtez Zeytinoğlu anısına düzenlenen toplantıya katılmak için Eskişehir   ovasına indiğimde , Muharrem Kubat’ın  kültür  evinde buluştuk. Geçmişin engin topraklarında  hayali cihan değen yolculuklar yaptık.  
Türkiye Öğretmenler Sendikası kuruluş ve gelişmesi  ve öğretmen mesleğinin onuru için verdiğimiz mücadelenin anlamını içtenlikle kavramak isteyenler, Murat Kahyaoğlu’nun  Eskişehir’de öğretmen hareketini anlatan kitabı yanında  İzzet Yolal, İlyas Küçükcan, Muharrem Kubat, Selçuk Önk gibi daha onlarca  “hak arama kahramanının”  tanıklığına  başvurabilir.
    Eskişehir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nin (EİTİA) gece bölümünü de bitirdim. EİTİA’de  kariyerimi sürdürmek idealimdi; neden erişemediğimi  kendi açımdan başka bir  yazı dizisinin konusu.
    Öğretmenliğe başladığım ilk gün öğleden sonra  Tuncer Şekersoy’un babası  Ethem Şekersoy   Sakarya gazetesinin sahibi  Abdurrahman Ünügür’le tanıştırdı.  Cengiz Tekin, Feyyaz Arsezen, Mehmet Aktop, İsmail  Sadık  gazetenin çalışanlarıydı. Daha sonra  Hüsnü Arslan ve Önder Baloğlu da katıldı.
    Sakarya  gazetesinde eğitim yazılarını kendi adımla, politik yazıları da çok değişik imzalarla yazıyordum: Erol Toros, Rüstem Aydın  ve diğerleri.
    EİTİA kariyer kapısı  kapanınca  kendime yeni bir yol arıyordum. Tam sırada  Web  Ofset Grubu (Günaydın)  Eskişehir’de  Sonolay’ı  yayımlmamaya başladı. Gazeteyi yönetmen istenince  öğretmenlikten ayrılarak yeni bir ufka yelken açtım.

Başkalarının düşünceleri

Sanayi Odası’na uğrayarak  Mümtaz Zeytinoğlu  görüşme  talep ettim. İşyerine telefon ettiler. Ayrıntısını iyi anımsamıyorum, ama  Eston’daki odasında buluştuk. Söyleşiyi yaptık, özenle aldığım notları yazıya dönüştürdüm. Sonra bir arkadaşla   göndererek teknik bir yanlış olmaması için  bakmalarını istedim. 
    Yazı metninde teknik düzeltmeler yapılmıştı. 
    Bir süre sonra Orhan Aydın’la  ekmek konusunda söyleşiler yaptım. Taslak metinleri göndererek  teknik bir yanlışların önlemesini istedim.
    Mümtaz Zeytinoğlu, iş insanlarıyla yaptığım  görüşmelerin yazı taslaklarını göndermemi  başlangıçta “taktik” olarak değerlendirmiş olmalı ki, :” Neden haber taslaklarını ilgili insanlara gönderiyorsun?”  diye sordu.
    Anında  yanıtladım: “Sözel anlatımda  insanların  zihinleri gevşektir;  yazının kalıcı belgeselliğine dönüştürürken  insanların sübjektif niyetlerine saygılı olmalıyız. Kendi sübjektif algılarımın zayıf yanlarını en aza indirmeyi  amaçlıyorum.  Özel görüşüm varsa, yazının yanında  ‘mini yorum’ diye ekleme  imkanım var. Çok sesli, ortak akılı yansıtan bir iletişim kurmak istiyorum. Düşüncelerini aktaran insanlara güven vermeliyim ki  düşündüklerini net paylaşsınlar. Bu tutum benim için bir   fantezi değil, bir ilke” dedim.
    Kalın çerçeveli gözlükleri altında gülen gözlerinin ışıltısıyla dudakları bükerek, “… Anladım, anladım!” dedi.
    
    Gazetenin yayında kaldığı yaklaşık üç yıllık dönemde sadece Mümtaz Zeytinoğlu ile değil, kendi adıma yaptığım haberlerde, “muhatabım  yerinde ben olsam ne isterdim?” sorusunu kendime sürekli anımsattım.
    İstanbul’a  1978 yılının sonunda taşındım; 1981’den bu yana Dünya, Ekonomi ve diğer birçok yayın organında aralıksız yazıyorum. Özellikle son iki yıldır  NASIL?  sayfasında sorunlara çözüm için  fikir geliştiren insanların görüşlerini  yansıtıyorum. Taslak metni  muhatabı gözden geçirmemişse yayınlamıyorum. Amacım  üzüm yemek, bağcıyı dövmek değil. Önemli  olan o insanların paylaşmak istediklerini okuyucuya paylaşmak.  Paylaşılan düşüncelerde bir eksiklik ve yanlışlık bulursam, onu kendi köşemde dilediğim gibi  eleştiriyor; eksikleri tamamlama, yanlışları düzeltmek için gerekçeler üretebiliyorum.

Yazacak arka plan
Sonolay  yayındayken nesnel habercilik ilkemiz  toplumun bütün  kesimlerinde  karşılık buldu.  Gazetenin  kapanmasından sonra Selami Vardar ve  Mümtaz  Zeytinoğlu’nun  yayını sürdürme  yollarını  aradı. Önce az sayıda insanın bildiği  bu arka planı anlatmak istiyorum.  Sonra,  ESO Bültenini iyileştirme çalışmaları, salça  ve demir-çelik raporları, Necati Doğru’nun  girişimiyle  Günaydın’ın  Anadolu Masası Şefliği  önerisi, Prof. Dr. Orhan Oğuz’un baskın gibi ziyareti , Mesut Zeytinhoğlu’nun yurtdışında vefatı ve Tantan’ın şaşırtan tutumu… Beyoğlu’nda kolları  omuzuma dolanmış yüreklendiren gelecek planları ve insanı güdülendirme ustalığı sizlerin de bilmesi, anlaması ve anlamlandırması gereken anılar.
    Kentin hafızasını, geleğeninin inşasını önemsiyorsak, geçmişi yazıyla sonsuzluğa  taşımalıyız. Ben yazmalıyım, aynı dönemi başkaları da kendi açılarından anlatmalı ve ortaya o günün gerçeği çıksın. Hüsnü Arslan’ın  kitabını  o nedenle  okumalı insanlar. Yusuf  Kartal ve diğerleri için  düzenlenen  özel sayılı yayınlar o nedenle  ayrıntı  aydınlığı yaratan  çalışmalar… Keşke, o günleri  büyük bir romanda anlatan bir usta yazar  çıkabilse… O zaman gerçekten  tarih bilinci yaratmanın  büyük adımlarını atabiliriz.

Haftaya: Selami Vardar ve Mümtaz Ziytinoğlu’nun gazeteyi yaşatma  çabaları