Yazı yazmak, daha doğrusu okunmaya değer yazılar yazmak bayağı zor iştir, emek ister hayli vakit alır. Hele her gün gazete köşelerine sabırsızlıkla okunmayı bekleyen yazıları yazanları insan kıskanıyor, büyük iş yaptıkları. Her gün iyi bir konuyu yakalamak ve onu işlemek mesele olsa gerek. Çok kalmadı aslında onlardan. Bekir Coşkun böyle bir yetenekti, duygu yüklüydü, her gün en güzel yazıları yazardı. Cumhuriyette Mine Söğüt her gün yazmasa da bekletirdi yazı gününü, o da bıraktı günlük yazmayı şimdi, roman ve öykü yazıyor. Ben niye yazıyorum acaba? Okuyanla birlikte olmak hoşuma gidiyor herhalde, yoksa yazarak dünyayı değiştireceğimi falan sanmıyorum kesinlikle. Aslında bir şeyleri değiştirmek güzel şey, insanın hoşuna gidiyor. Yazmak için okumak lazım, okudukça da insan kendini değiştiriyor galiba. Okurken de deneyimlerken de beynimizde aynı nörolojik bölgeler uyarılıyor. Yeni bir insan, yeni bir zihin tanımak oluyor okumak. Ben kendimi değiştirmek için yazıyorum sanırım. İyi yazı yazmak aynı zamanda iyi okumak ve iyi de düşünmek demekmiş. Yazının başlangıcında okuyucuyu yakalayacaksın, gelişme kısmında konuyu daha da ilginç kılacaksın. Son bölümün yaşamsal önemi var, yazı akılda kalacaksa vurucu sonlanacak. İyi bir yazıda her zaman tüm bunları bilinçli şekilde planlayamazsın, yazıyı yazarsın iyiyse zaten tüm bu denilenleri kapsar, biraz rastgele olur yani. Bazen yazdığın yazıyı kendin de çok beğenirsin, bitince şöyle geriye kaykılıp “bunu iyi düşündüm” diye keyiflenirsin…
“Bir sözcüğün kapsadığı yer küçük, anlattığı daha büyükse, o şiirdir” diyordu Fazıl Hüsnü Dağlarca. Her biri bir makale olacak nitelikte anlamlı, ancak kapsadığı yer anlamında küçük cümlelerle bitirelim mi bu günkü yazıyı? Bir bireyin zekâsı onun dayanabileceği belirsizlik miktarı ile ölçülürmüş, bilinmeyenle baş etme sanatı yani zekâ. Dostoyevski “Yeraltından Notlar” adlı eserinde; “Yemin ederim size baylar fazla bilinçli olmak hastalıktır” diyordu. Biliyorsunuz, bilinç oluşturana kadar geçen süreye ne yazık ki “kader” diyoruz. Eğitim gerçeklerin öğretilmesi değil, düşünebilmek için aklın eğitilmesiymiş. Yalnızlık düşündüklerinizin kafalarınızın duvarlarına çarpıp tekrar içeride kalmasıdır demiş Jean Paul Sartre. İnsan yalnızlığı ancak yanındaymış gibi davrananlardan öğrenirmiş, “mış” gibi yapmak her zaman yetmiyor demek ki. Umberto Eco, ”her gerçek her kulağa uygun değildir” diyor. Paragrafa şiirin tanımıyla başladık yazıyı bir Ayhan Ece şiirinden alıntı ile bitirelim: “Ey imece ile başsız gömülecek Derviş / Sen kendin o zamandan değilsin…”