Özge Öner’i yakın zamana kadar tanımıyor ve bilmiyordum. OKSİJEN gazetesindeki makalelerini okumaya başlayınca daha önce neden izlemediğime hayıflandım. Marmara Üniversitesi’ nde iktisat lisans derecesiyle mezun olmuş. Yüksek lisans ve doktora çalışmalarını İsveç'deki Jönköping Uluslararası İşletme Okulu’nda tamamlamış. Yedi yıl öncesinde, 2018’de Cambridge’e transfer olan bir akademisyen. Okumaya tutkun biri olduğu kadar; yazmayı da sorumluluk edinmiş bir aydınlık insanımız. Araştırıcı kişiliğini yazma sorumluluğuyla çoğaltan kamu entelektüeli. OKSİJEN gazetesinden önce İsveç’de Svenska Dagbladet gazetesinde köşe yazıları yazmış. OKSİJEN’de yazdıklarından yola çıkarak Özge Öner’in zihnimde yer edinen özelliklerini paylaşmak isterim.
Kuramsal arka planı güçlü
Kent ekonomileri konusunda uzman olan Özge Öner’in yazılarını okuduğunuzda, “kuramsal arka planının” güçlü olduğunu hemen fark ediyorsunuz. Öner’in bir başka özelliği, ülkemizde zihinsel kısıtlılık yaratan “makroiktisadi fetiş” konusundaki eleştirel düşünceleri. Makroiktisadi fetiş eleştirileri onu “sahadan bakma” noktasına taşımış. Özge Öner’in izlenmesi gereken bir başka özelliği, makro ve mikro dinamiklerin, yaşamın değişik alanlarına yansıyan yönlerini üst düzey kavrayışı. Dünya genelinde ve ülkemizde, kurumsal etkilerin azalarak, lider-odaklı gelişmelerin öne çıkışını gözlemleyen, yazarak bu eğilim konusunda okuyucularını uyaran bir düşünce insanı. Özge Öner’in bir başka özelliğine daha dikkatinizi çekmek isterim: Tabuların, önyargıların, yerleşik doğruların, kalıp düşüncelerin ve kör inançların üzerine gitme cesareti. Deyim yerindeyse, bildiği gerçekleri gözünü budaktan, sözünü de dudaktan esirgemeden anlatan gerçek bir kamu aydını. Bu özelliğini, İsveç’de kendisine verilen “ İnsani Çiçeklenme Ödülü” nedeniyle yaptığı değerlendirmede de yansıtıyor: “Bu ödül, yalnızca geçmişte yapılanlara değil, bundan sonra yapılması gerekenlere de bir davet niteliği taşıyor. Ve ben bu daveti, mesleki bir başarıdan ziyade, akademisyenliğin özüne dair bir hatırlatma olarak alıyorum: Sadece bilen değil, bildiğiyle ne yapacağını bilen ve bu bilgiyi kolektif bir iyilik için harekete geçirmeye görev sayan bir pozisyonda israrla kalabilmek,” diyerek, kapalı kapılar ardında, kendi yankı odalarında egosunu şişiren akademisyenlerden olmadığını kanıtlıyor.
Prof. Niclas Berggren’in sözleri
Öner ödülünü kurumsal iktisatçı Prof. Niclas Berggren’in elinden alıyor. Enstitünün verdiği ilk ödülün sahibi olan Berggren, yüksek nitelikli akademik araştırmaların toplumsal katılımla bütünleştirilmesinin önemine değiniyor. Entelektüel birikimi paylaşmadaki beceri ve cömertliğe vurgu yapıyor. Çalışmalarını kamusal alana etkili biçimde yansıtılmasına değiniyor; bütün bu özellikleri nedeniyle ödülün Öner’e verildiğini söylüyor. Özge Öner’in İsveç’te, Türkiye’de ve öğretim üyeliğini sürdürdüğü prestijli üniversite Cambridge’de yaptığı çalışmalar kadar, o çalışmaları kamuyla paylaşma iradesi çok önemli. Eğer toplum olarak böylesi değerlere gerektiği gibi sahiplenme bincine erişemezsek, sağlıklı bir gelecek inşa edemeyiz.
Belirsizliklerimizi azaltmak, karmaşayı kavrayışa dönüştürmek için çorbada bir kıymık tuzumuzun olmasını istiyorsak; Özge Öner’i ve benzeri insanlarımızı okumalı, bilincimizi yükseltmeli ve hareket geçmek için onları yakıt haline getirmeliyiz. Eğer insanlık yaşamına küçük de olsa bir “anlam katmayı” insan olmanın ilk adımlarından biri olarak değerlendiriyorsanız, bu hafta OKSİJEN gazetesindeki, Özge Öner’in “ Muallim, âlim, âlem, talim…Eğitim sistemine bir ağıt” yazısını da mutlaka okuyunuz.