Prof.Dr. Orhan Oguz  göreve başladıktan sonra İstanbul’da İİTİA’da göreve başladım.  Akademinin Sultanahmet’deki tarihi binası  yangın geçirmişti. Hemen yan sokakta  bir binada  kasabın üstünde  iki oda tutulmuştu. Başkan da  görevliler de orada  görevlerini yapıyordu.
    İstanbul’a  göre başladığımda 1978 yılının son aylarıydı. Mümtaz Bey arada, İstanbul’da olduğunu söyledi. Akşama  doğru Gümüşsuyu’nda buluştuk. Sonra birlikte yürümeye başladık. Taksim’den  yürüyerek İstiklal Caddesini bir baştan ötekine arşınladık.    
    Anımsadığım kadarıyla birlikte yaptığımız gezintide bana üç konuda özenli olmamı telkin ediyordu: İyi bir bilim insanı olmanın toplumun gelişmesine katkısı, işler çok ters giderse Eskişehir’de  her zaman birlikte çalışma imkanımızın olduğu  ve  ESO ile ilişkilerimi kesmemem gerektiği.
    Eskişehir’de güçlü ailelerden birinin, üstelik dünya görüşü bakımından kendime çok yakın hissettiğim birinin desteği özgüvenimi artıyordu. Dünyanın bin bir hali vardı; zorda kalacağım zaman birilerin  desteğini arkamda hissetmek  güvenimi artırıyordu.
    Akademik çalışmalarla ilgili sözlerini önemsiyordum, ortada okul yoktu. Dolaptere’de   eğitim için çok da uygun olmayan bir binada  sınavlara girmiştik. O zaman  Sultanahmet’deki bina ve  diğer üniversiteleri  düşündüğümde  gelecekle ilgili zihnimde biraz  kuşkular  da filizlenmişti.

Tantan’ın jesti

İstanbul’da  Mümtaz Zeytinoğlu ile  diğer buluşmamız Mesut Zeytinoğlu’nun yırt dışında vefat etmesi, havaalanında  cenazeyi karşılamak için beklerken oldu.
Sadettin Tantan  o zaman İstanbul’a görevli idi. Benim ayrıntısını bilmediğim  Otogar Karakolu’nda  Mümtaz Zeytinoğlu’nu  gözaltına alma hikayesi vardı. Sanırım  Av. Turgut  Kazan  bu olayın en yakın tanıklarından biri. Havaalanında   işlemleri o dönemde İstanbul’da görevli olan Tantan hızlandırıyordu. Çok emin değilim, ama Mesut Bey’in  cenazesinin  Eskişehir’e naklinde de  ilgilenmişti.
    Daha sonraki yıllarda Sadettin Tantan’la  daha sık görüştüm. Hikayenin arka planını sormamıştım; kendisinden dinlediğim bir bilgi yoktu.
    Bu yazıyı  kaleme alırken, Sapanca’da yaşayan Sadettin  Tantan’-a  o karakol hikayesini sordum; ama hatırlamadığını söyledi.
    Biz  İstanbul’daki yeni yaşamın kaygıları, korkuları ve umutlarıyla boğuşurken bir süre  Eskişehir’e  inemedim.
    Çok emin değilim; ama  Suna Kurşungöz’ün telefon ederek  “Mümtaz Bey trafik kazasında yaralandı!” haberini verdi.
    Ertesi gün Eskişehir’e gittim.  İsviçre’den bir doktor gelmişti.  Güneş Zeytinoğlu, Sırka Çakır ve  Yılmaz Çakar’da hastanedeydi.
    Hastanede buluştuğumuz insanların çoğunluğu  “temennilerini”  dile getirirken  Yılmaz Çakır’ın daha gerçekçi biçimde her türlü olasılığa karşı başta  Güneş Zeytinoğlu, eşi Sırka Çakır ve bizleri  değişik  olasılığa hazırlamaya çalıştığını  anımsıyorum.
    Mümtaz Zeytinoğlu’nun aramızdan ayrılması iç dünyamda değişik duygulara yol açtı.
    “Mümtaz Bey yaşasaydı çevresindeki herkesin yaşamını daha anlamlı kılacak yönlendirmeler yapardı” düşüncesi zihnimde her zaman diri kaldı.

Pişmanlığımı itiraf etmeliyim

Mümtaz Zeytinoğlu’nun aramızdan ayrılışından sonra çok yakın arkadaşı olan Prof.Dr. Tahsin Yücel, “Topluma Dönük Sanayici Bildirisini”  bir kitap olarak yayınlama hazırlıklarında birlikte yapmamızı önerdi. Kendime güvenemediğim için  o çalışmaya  katkı yapamadığım için her zaman pişmanlık duydum.
Birlikte çalışsaydım he yazı ustalığı edinir; hem de  her zaman önemsediğim bir belgenin kitaba dönüşmesinin hazzını tadardım.
Kendi penceremden  Mümtaz Zeytinoğlu ile olan iletişim ve etkileşim dünyamı yazıyla belgelemeye çalıştım. Umarım ki  Eskişehir’in  önemli bir  “yerel lideri” hakkında  toplum hafızasına  küçük bir  katkım  olsun.
Mümtaz Zeytinoğlu’ nu özlemle ve saygıyla anıyorum.
____________________________

Not: Burada aktardığım anıların bir bölümüne tanıklık  eden Yılmaz Çakır’dan aldığım notları değerlendirdim. Yavuz Zeytinoğlu  da gönderdiğim metni değerlendirerek görüşünü paylaştı. Sözlü tarihin önemli parçası olan anılar ve aynı dönemi yaşayanların çapraz bilgilendirmeleri önemlidir. Önemli olan  muhataplarının açıklama yapabileceği bir zaman kesitinde anıları “yazılı  belge” haline getirmektir. Yazılı belgelerdeki eksikleri tamamlanmanın, yanlışları düzeltmenin binbir yolu vardır; ama kapalı kapılar ardında anlatılan  “kulak kirliliği” yaratan anlatımların  “toplumsal hafızada” açtığı yarayı  tedavi etmek zordur. Eskişehir’in  güçlü bir hafızaya sahip olması, herkesin  bildiklerini yazıya aktarması çağrısı yapıyoruz.