Sakarya okurları  yazı yaşamımın ilkleri arasında yerini alır… Okurlara sözüm var, başka yerde yayınladığım yazıyı size aynen aktarmayı hem size  hem de kendime saygısızlık sayarım. Sakarya için yazdıklarımın yüzde 98’inden fazlası sırf yöreye özgü kaleme alınmıştır. “İstisnalar kaideyi bozmaz”  ilkesiyle arada sırada  daha önce başka yerlerde yayınlanmış yazıları sizlerle paylaşıyorum. Bu  yazıda olduğu gibi… Hoşgörünüze sığınarak, önemli bulduğum bu yazıyı sizlerin  değerlendirmesine sunuyorum.

***
İş Bankası’nın yüzüncü yılında düzenlediği  uluslararası  toplantıda  Prof.Dr. Aziz Sancar’da  konuşmacılar arasındaydı. Kürsüye çağrıldığında müthiş bir alkış fırtınası koptu. Ağır adımlarla ilerlerken alkışın dozu kadar, insanların gözlerindeki  ışıltıdan etkilendim. Herkes ayaktaydı; Mardin’in küçük bir kasabasından  Nobel Ödülü’nün küresel  ağırlığına erişmiş birine ellerinin diliyle teşekkürlerini sunuyorlardı.
    Aziz Sancar’la aynı kuşağın insanlarıyız. Çıktığımız köylerin, kasabaların yokluk ve yoksunluğundan kurtuluşumuzun yollarını Cumhuriyet yönetiminin kurucuları açtı. Babalarımızın, “Oku da benim yaşadığım yoksunluklardan kurtul!” çağrıları zihnimizin derinliklerine perçinlendi.
     Bizim kuşak, bir imparatorluğun  küllerinden yeni bir devlet yaratanlara borcumuzun bilincindeydi; ama dünya düzeninin aktörlerinden biri olan İmparatorluğun “hasta adam” diye anılması ve yıkılışının  tortuları da  yüreğimizin yükü, zihnimizin gölgesiydi.
Orhan Pamuk fırsatı
    Orhan Pamuk  Nobel Edebiyat Ödülü’nü alınca  bazı çevrelerle düştüğüm düşünce ayrılıklarını değerlendirmekte güçlük çektim. Orhan Pamuk, büyük ve fırtınalı yaşamdan geçmemişti. Birikimini, dünya roman sanatının  değerli eserlerini okuyarak sağlamış bir aydındı. Varlıklı bir ailenin iyi okullara gönderebildiği biriydi. Kendi iradesiyle, roman sanatını ve onun en büyük ödüllerinden biri olan Nobel’i almayı daha başından  kafasına  koymuş;  varlık nedeni olan bir idealin, yaratmak istediği sonucun izini sürmüştü. 
Dünyanın başka toplumlarındaki  insanlar  O’nun siyasi eğilimiyle ilgili  değildi. Orhan Pamuk’un kim olduğuyla ilgilenilmiyor ;  ne yaptığına  bakılıyordu. Türk dilini  olgunlaştıran ve  çoğaltan  bir yazardı. Nobel Edebiyat Ödülü  erişebileceği alanları genişliyordu ; bir ulus için  “imaj yaratmanın”  büyük  fırsatıydı.  
Gelin görün ki, ayrıntı bilgisine dayanmayan saptırılmış algıların,  bütünsel değil  indirgenmiş nokta bakış açılarına kendini  mahkum eden  “dar milliyetçi söylemler”, önümüze çıkan büyük fırsatı israf etti.
     Sevindirici  bir gelişmeyi  birlikte  yaşadık: Prof. Dr. Aziz Sancar  Nobel Kimya Ödülü’nü aldığında benzer tuzaklara düşülmedi; ulusça bir sahiplenmenin, küresel uygarlıkta bizden birilerinin de elekler üstünde kalışının  ortak guru yaşadık.
Fırsat penceresinden 
yararlanalım
    Prof.Dr. Daron Acemoğlu’nun  arkadaşlarıyla Nobel Ekonomi Ödülü’nü  almasından duyduğum sevinci sözcüklere yansıtamam.
    Daron Acemoğlu eğitim olanaklarına erişmesini sağlayan varlığa sahip bir aileden geliyordu, ama meslek edindiği “iktisadi gelişme” konusunda kariyerinde  adım adım ilerlemesinin başka dinamikleri vardı: Kişisel seçimleri, çalışma disiplini, ortak çalışma dinamiklerine hakimiyeti, zamana kıyma bcerisi, geniş bakış açısı, kuram bilgisinin derinliği, model ve metot araçlarını kullanması,  diri merakı ve kararlılığı kendisini küresel ölçekte doruklara taşıdı.
    Daron Acemoğlu’nun  erişebildiğim bütün kitaplarını, gazete makalelerini, akademik yayınlarını okudum, söyleşilerini ilgiyle izledim, kavrayabildiklerimi de sözlü ve yazılı anlatımlarla   paylaştım.
    “Topluluktan toplum olmaya geçişte kurumların işleyişinin  önemini” ilgisi  olan herkes bilir.
    Çok hızlı, etkili ve köklü dönüşümlere yol açan değişim ve dönüşümlerin yaşandığı günümüzde  Daron Acemoğlu  ve arkadaşları , “kapsayıcı kurumların”  kurulması, korunması  ve çoğaltılmasının önemini ve değerini bize sürekli anımsatan  kapsamlı araştırmalara imza attı. Demokrasi ile otokratik yönetimlerin uzun dönemli kaliteli kalkınma yaratmaya etkileri hakkında  çok uzun bir tarihsel sürecin izlerini  Acemoğlu ve arkadaşlarının sabrının sonucu olan yayınlarından öğrendik. Eşitsizliği yaratan ve çoğaltan dinamiklerin yaşamı kolaylaştırmanın önündeki engelini Acemoğlu ve arkadaşlarının çalışmalarını  okumuş herkes fark etmiştir. Yapay zekanın  yaşamı kolaylaştırma  potansiyelleri  kadar,  insanın yerini alma  tehlikelerini analiz ederek, olumsuz  gelişmeleri  nasıl  dizginlemek gerektiği  konusunda   düşünme derinliğimizin kanallarını açan  Acemoğlu’nun alın teri, göz nurudur. Daha yakın zamanda  “servet ve statü”, “statü ve prestij”, “ikna etme gücünün” günümüz koşullarında yaşama yansımasını da Acemoğlu’nun makalelerini okuyarak  düşünce dünyamızı zenginleştirdik.
    Orhan Pamuk, Prof.Dr. Aziz Sancar ve  şimdi de Prof. Dr. Daron Acemoğlu   insanlığın bir parçası olduğumuzun,  toplumumuzun yetiştirdiği değerlerin de uygarlığın yükselmesi ve yücelmesine katkı yapabildiklerinin  kanıtıdır.
    Toplum olarak  “iki kültür arasında sınır bekçisi” olmanın yarattığı  kırılması zor “önyargıların" farkındaysak... Son 200 yılda oluşan “yapay sınırların”  ülkemizi  “merkez ülke” olmaktan çıkararak, “köprü ülke” olmaya zorlayan olumsuzluğu biliyorsak… Bir imparatorluk artığı olduğumuzu, imparatorluğun dağılmasından sonra sayıları 20’ye yaklaşan devlette, en azından siyaset erbabının zor zamanlarda “nefret mirasından” yararlandıklarını gözlemişsek… Büyük ideolojiler döneminde oluşan algının bizi içine ittiği “tek tip düşünce” tuzağının, geniş, bütünsel ve kapsayıcı düşünme geleneğinden uzaklaştırdığının ayırdına varmışsak… Artan ve genç nüfusumuzun yakın  çevremizde  ittifak yapabileceğimiz odaklarda  “korku odağı” haline gelmesinin bilincindeysek… İktisadi  açıdan “ kaliteli gelişme” anlayışını etkili hale getirmek  istiyorsak…  Daron Acemoğlu’nun  küresel ölçekte yarattığı  “fırsat penceresini”  iyi değerlendirmeliyiz.
    Daron Acemoğlu  bu toprakların gururudur; ortak gururumuza sahip çıkmak da hepimizin ortak sorumluluğudur.