İnternetten Gazetemizde günün haberlerine şöyle bir göz atıyorum. Ardından gazetedeki köşe yazarlarına.
Sırada Engin Bayrı var. “bakalım yine Eskişehirspor’u konu etmiş mi?” düşüncesiyle açıyorum sayfasını.
Yanılmamışım!.. Aylardır, mesleki kariyerinin başlangıcı spor olduğu için yıllardır konusudur Eskişehirspor. Son bir iki yıldır da köşesinde Eskişehirspor’u eksik etmez. Eleştirir, yönetimlere yol gösterici uyarılarda bulunur, ne yapılması gerektiğine ilişkin önerilerini dile getirir.
Yine öyle olmuş. O yazı da yazıda böylesine bir düşüncenin ürünü..
Köşesindeki ikinci yazının başlığı iki sözcükten ibaret;
-Özledim arkadaş!..
Tahmin etmekle birlikte , neyi, neleri, ve de kimleri özlediğini merak ediyorum!..
***
Okuyup, yaygın internet medyasındaki diğer köşe yazarlarına geçiyorum. Bunlardan biri de Sözcü’de Deniz Zeyrek. Kendisi Karslı, doğup büyüdüğü topraklardaki anılarını beğenerek okurum. Bugünkü yazısının başlığı;
-Kars’a şiir geldi!...
İlk satırlarında, yazının özü anlamında bir şiir alıntısına takıldım. Nazım’dan iki satır;
“İki şey vardır ancak ölümle unutulur /Anamızın yüzüyle şehrimizin yüzü.”
Yazıyı orada bırakıp, tekrar döndüm Sakarya’ya ve Engin’in yazısına.
Neler özlememiş ki…
O halde sevgili Bayrı’nın “özlemlerine” dönelim. Satırlarında, çocukluk ve ilk gençlik yıllarındaki özlemleri neymiş bakalım. Belki bir ikisine benden de bir-iki satırlık eklemeler olabilir! İlki;
-Porsuk’ta sandala atlayıp eller su toplayana kadar kürek çekmek!
Benden ekleme;
-Sandala kaçak-göçek bir kız arkadaşınla binmişsen eğer, iskeleden açıldıktan hemen sonra Porsuk kenarını süsleyen salkım söğütlerin altına sığınmak, 5-10 dakikalığına muhabbete dalmak!..
Kulakları çınlasın eski Valilerimizden Kadir Çalışıcı’nın yaptığı gibi örneğin!
***
-Bademlik’e çıkıp, havuzuna bir dalıp çıkmak, sonrasında bir buradan çay eşliğinde Eskişehir’i bir uçtan bir uca seyreylemek!
Ekleyecek fazla bi’şey yok!.. Eskişehir o zamanlar ne büyüklükte bir kenti ki? O seyir anında bütün ova ayaklarının altında, gözün görüş mesafesinde!..
***
Sonrasında sözü Çukur Çarşı’ya, Namı diğer Balıkçılar çarşısına getiriyor;
-Çukur Çarşıda balık tezgahlarını izlemek!..
Buna da ekleyecek çok şey yok, Sahi, benim anılarıma bi’şey takıldı yine;
-Çiçekçi Şahin’in birahanesine meslektaşlarla takılmak, onlarla bizim Gazeteciler Cemiyeti seçimleri için kulis faaliyetinde bulunmak!..
Adalar Ah Adalar!..
Dedim de, orasının aramızdaki adının niye “Adalar” olarak anıldığını hala düşünürüm. Bazen de “Yalıman Adası” olurdu. Şehir ahalisi, özellikle yaz-bahar aylarında buluştuklarında;
-Hadi Adalar’a bir uğrayalım!..
Demezler miydi? Engin Bayrı da Adalardaki çay bahçelerinde “içtiği çaylın tadını unutamadığın” yazıyor nostaljik takılmasında!..
Sonrasında futboldaki mevkiinin “kaleci” olmasından dolayı olacak, Yorgancı Kardeşlerin işlettiği “penaltı atış poligonunu” hatırlıyor, hatırlatıyor. “Üç penaltı bir Malboro” becerisiyle, kendisi de kaleye geçmiş mi acaba?
-Ona dair bir şey yok!
***
Adalarla ilgili bir şeyi unutmuşun be Engin.
Hani, “bencileyin, sencileyin!” bizim Macırların Anavatana armağanı;
-Ayçiçek çekirdeğini!..
Hatırlasana; adalar sezonu açıldığında, Eskişehir ahalisi maaile ellerinde birer külah çekirdek bir uçtan bir uca “çitleyerek” gidip gelirlerdi Adalarda;
-Ayağımızın altında kabuklarının hışırtısı ne hoştu, değil mi?
Bir de Adalardaki yazlık sinemalar. Tahta sandalyelerin üstünde, yine ellerinde çekirdek külahları, çitleme sesine karışan nostaljik filmleri izlemeleri!.. Mesela “Beyaz Mendil” filmini izlerken kadınların ellerinde mendil gözyaşlarını silişleri…
***
Yerimiz daraltı, Sevgili Bayrı’nın hatırlattığı, usta Nazım’ın betimlediği gibi, unutamadığımız “şehrimizin yüzünü” not etmeye belki devam ederiz.