Bebeklik, çocukluk, ergenlik derken gerek ailemiz içinde gerekse çevre ve okul yıllarımızda oluşturduğumuz zihin yapısıyla yetişkinlikte birey ya da kul olarak toplumda yerimizi alırız. Zihnimizin içinde var olanın dışında hiçbir şeyin var olmadığına karar verdiğimizde artık iş işten geçmiştir. İnsanın zihnin içine dayanarak onun dışında da bir hayat olabileceğine inanması güçtür. Peki zihnimizin dışında da bir hayat olup olmadığını nasıl bilebiliriz, bunun olanağı var mı? Yani kendi zihin hapishanemizden çıkabilmenin bir yolu var mıdır? Kimi zaman bazı karşılaşmalar bizi; evren hakkındaki sıradan inançlarımızın çoğunun hem tamamen yanlış olabileceği, hem de bu yanlışı düzeltebilecek bir zihin yapısına sahip olmadığımız gerçeğiyle karşı karşıya bırakır. Onun için kendini yenilemenin yolu “yeni şeyler öğrenmekten daha çok bugüne dek bildiklerini unutmaktan geçer” derler. İyi, güzel ve doğru bir yaşam uzun süren bir uykudan uyanmanın gerekliliğini zorunlu kılar…
Günümüz iktidarının açmazı da oluşturmuş olduğu zihin yapısında yatıyor. Uygulamada kişilerin Tanrı ile ilişkisini bireysel olarak yaşaması yerine, dinci örgütlenmeyi kurdukları sistemin odak noktasına yerleştirmiş olmaları bunu gösteriyor. Akıl ve bilimi dışlayarak siyasal İslamcı yöntemleri hem içeride hem dışarıda uygulayarak ve de ulusal çıkarların göz ardı ederek bu günlere gelindi. Ekonomi bilimin gerekleri yerine “Nasları” gözeterek akıl dışılığı savunmanın bedelini halk ağır ekonomik koşullar altında inleyerek ödüyor. Zihin yapısı kendi bildiklerinin dışında başka dünyalar da olduğunu bilmeye elverişli değil. Oysaki bilimin ve evrensel hukukun kurallarını uygulayamayan iktidarların başarı şansı yoktur. Heidegger “noksanlık birbirine ait olanın henüz bir arada olamayışına denir” demiş. Bu iktidar akıl ve bilim noksanlığı çekmektedir. Ve bir Azerbaycan atasözü; “Sofradaki yemekler azalmaya başladığı zaman misafirlerin yavaş yavaş gitme vakti gelmiştir” der…