Ayşe Arman  anlatımı  açık, ilgisi değişik, okuyucusu  çeşitli  zengin bir  yazardı. Arman’ın 15 Eylül 2013 günü Prf.Dr. Engin Gençtan’ la  yaptığı söyleşisinden  kısa bir not düşmüş arşivime: “Bizim toplumumuzda, otoriteye karşı kayıtsız ve şartsız biat  etme eğilimi var. Araştırmıyor, soruşturmuyor, sadece peşinden  gidiyoruz. Bunun sebebi de  tarihte yaşananlardan ders çıkarmama.”  Gençtan, daha sonra,  biat kültürünün  yaşamımızı  etkilemesiyle  ilgili şu sonuca ulaşıyordu: ” Güvenlik uğruna yaşama  sevincinden  vazgeçme psikolojisi  bu.” 

Ülkemizde önemli kırılmaların  etkilerini hissettiğimiz, bugün yaşadığımız ekonomik ve sosyal sıkıntıları  oluşturan  eğilimlerin  su yüzüne  çıktığı  2012 yılının  ortasında  Radikal Gazetesi’de  Pınar Öğünç  bir başka  özelliğimizi  tanımlıyordu: “ Müslüman bir toplum ve bu toplumda hak, adalet, özgürlük arayışının tutunması gerekiyor. Fakat din, hep başka şeylerin aracı olarak kullanılmış. Sol da bu  ülkede hak, hukuk  arayışı üzerinden değil, tuhaf bir biçimde  yaşam tarzı  üzerinden gelişmiş. Bu iki  tarafta da  bir tarihsel hata var.  Bütün bu  haksızlıklar, eşitsizlikler, taşeronlaşmalar bir Müslüman tarafından nasıl  izah edilebilir?”  

Biat kültürümüz, sorgusuz alkış  kolaycılığımız, emek  göstererek  geçmişten ders alma konusundaki isteksizliğimiz, toplumu  “kimlikler ve yaşam tarzları”  üzerinden  bölmek isteyenlerin de  işini  kolaylaştırıyor. O zaman da   toplum, Abraham Lincoln’un  dediği  gibi, “ Kendi içinde bölünmüş ev ayakta duramaz” gerçekliğine doğru sürükleniyor.

İlahiyatçı  Mustafa Öztürk, 14 Kasım 2020 günü  Karar Gazetesi’nde  “ Devletin dini adalet, dinin  devleti  hürriyettir” başlıklı yazısında, bizim algımıza  göre, kendimize  tuttuğumuz   aynaların  düz aynalar olmadığını, iç bükey  ya da dış bükey  olduğunu, o nedenle  gerçekliğimizin  hep  şaştığını  şu saptamasıyla paylaşıyordu: “Ferdi ve içtimai yapıda dirlik ve düzenliğin  yani sıra  hakkaniyet  ve eşitlik ilkelerine uygun yaşamayı  sağlayan ahlaki  erdem diye  tanımlanması mümkün olan adaletin zıddı  zülümdür. Arapça sözlüklerde  ‘bir şeyi ona ait olmayan yere koymak’ diye açıklanan zülüm dini, ahlaki  ve hukuki bir terim olarak  ‘sınırları aşma, haktan batıla sapma, kendi hak alanının dışına çıkıp başkasını zarara  sokma, rızasını almadan birinin mülkü  üzerinde tasarrufta bulunma’ özellikle de ‘ güç ve otorite sahiplerinin sergilediği haksız ve adaletsiz uygulama’ anlamlarda  kullanılır.”

Geleneksel toplumlarda  kültürün yarasını  “inanç sistemleri”  oluşturduğunu Prof.Dr. Halil İnalcık, kültür  dönüşümlerini anlattığı  makalesinde  belirtir. Toplumumuzun  büyük  çoğunluğunun  inanç sisteminin  referansı Kur’an’dır. Mustafa Öztürk, yazısının son  paragrafında,   Kur’an’da  Nisa 4/135’i  anımsatıyor: “ Ey Müslümanlar! Kendinizin, ana-babanızın veya akrabanızın aleyhine de olsa, tüm gücünüz  ve samimiyetinizle  adalet ve hakkaniyetten  yana  olun; Allah için doğru şahitlik yapın. Şahitlik  hususunda da  insanların zengin veya fakır olmasını dikkate alarak adalet ve hakkaniyetten sapmayın.” 

Hak, adalet ve özgürlük  sorunlarımız  olduğunu ilişkin saptamalara  bir nebze bile olsa katılıyorsak;  biat  kültürümüzü  sorgulamak, ayrıntı  bilgisinin  önemini kavramak, ahlakin  emek istediğini içselleştirmek zorundayız…  Olay ve olguları  küçülten, büyüten  sapmalardan kaçınmalıyız…  Hayatta  olup bitenlere  “doğru şahitlik” yapmanın  bizi  insan yapan en önemli  özelliğimiz  olduğunu  unutmamalıyız…