Bu ayki son yazımız. Haftaya bayram, yazı yazmayacağız. Temmuz ne çabuk geldi, yılın yarısını hemen tükettik. Yaşlandıkça daha mı çabuk geçiyor günler? Çocuklukta bir büyüsem ile başlayan yaşam serüveni, ergenlikte bir an evvel adam olmaya, olgunlaştıkça da emekli olup kendine vakit ayırma özlemine kadar varan bir süreç olarak hemencecik tamamlanıyor. Şimdi olsa hiç acele etmezdim. Ben iyiki Tıbbın Beyin Cerrahisi gibi çok önemli bir bölümünde olgunluk dönemimi tamamlayıp, emeklilikte ikinci bir hayat olarak “felsefe” ile uğraşmayı seçmişim. Belki de yeni bir öğreti ile tanışmak hızlandırmıştır zamanı. Bir yandan zamanın çabuk akması canın sıkılmadığını gösterir. Emeklilerin en büyük ızdırabı “can sıkıntısı”dır, bilirim. Felsefeyi, kendisini tanıma onuruna eriştiğim rahmetli Uluğ Nutku Hoca, “Felsefe verilmiş kültür içinde eleştirel bir karşıt kültürdür” şeklinde tanımlardı. Nutku’nun birçok felsefeciden farkı, büyük kent merkezlerinde varlık gösteren felsefeyi Doğu Anadolu’ya taşıma başarısı gösterebilmiş olmasından kaynaklanır. Kuşkusuz söz konusu taşra olunca, bilim insanı gibi davranmak ve bilgi üretmek bir bedel gerektirir. Bedelin en belirgin yanı ise “yalnız” kalmaktır. Ama onun yalnızlığının çoğul ve özgürleştirici bir yalnızlık olduğu söylenir…
Nietzsche, Sokrates öncesi dönemden söz eden yazılarında bu antik atalarımızın, biz modernlerin hiç tanımadığı türden dünyevi bir yaşama coşkusu içinde sevinçli bir hayat sürdüklerini belirtir. Felsefenin, Homeros sonrası bu erken sakinlerine “doğa filozofları” denmesinin bir nedeni de budur. Doğa filozoflarının kavramaya çalıştıkları öncelikle ve daima “bu dünya” olmuştur. Bu ilk düşünürler, belki de kendileriyle ya da genel olarak insanla kafayı bozmamış olmaları bakımından alkışı hak ederler. Büyük bir tevazu içinde ve adeta küçük bir çocuğun çevreye, dünyaya ya da kendisinden başka varlıklara yönelmiş coşkulu merakına benzer biçimde “dışarıda” olmayı başaran bu filozof atalarımız, kendi yaşamlarının kaptanı olmayı düşünmeyecek kadar da burnu büyük olmaktan uzaktırlar. Sokrates öncesi dönemin yani 2500 yıl öncesinin hayat görüşü “bu dünya, Tanrıların ve insanların ortak evidir” şeklindeydi ve yaşama sevincini bu kaynaktan alıyordu. (*) Hayatı bayram kılmanın çeşitli yolları var, ancak bugünkü koşullarda herhangi bir bayramı yaşayabilmenin olanağı yok. Bayramınızı nasıl ve ne şekilde yaşayacaksanız, ileride daha iyisini yaşamanızı dilerim…
(*) “Spinoza’nın sevinci nereden geliyor?”, Çetin Balanuye, Ayrıntı yayınları, 2017