Uzun yıllar Almanya’da kalmış Cumhuriyet gazetesi eski yazarlarından Deniz Kavukçuoğlu’nun ilginç bir anısı vardır, zamanında gazetede okumuştum hiç unutmam. 1980 yıllarında Hamburg’dan Paris’e yaptığı bir tren yolculuğunda kompartıman arkadaşı bir Alman felsefeci, “biz Almanların özgürlük kavramına bakışı Fransızlar kadar güçlü değildir” demiş ve şu çarpıcı örneği vermiş: “1932 yılının 1 Mayıs’ında kadın-erkek 2 milyon insan Berlin’de orak-çekiçli bayraklar arkasında yürümüştü, iki yıl sonra 1934’te hemen hemen aynı insanlar gamalı haçlı bayrakların arkasında yürüdüler…” Anlatılmak istenen bir Alman için belirleyici olanın kitlenin niteliği değil niceliğiydi. Demek ki kitlesellik bir anlamda insanı hiçleştiriyor, bilinç geliştiremeyen toplum gücünü ancak kalabalıklarda buluyor. Ne kadar ait olma hissi yaşıyorsan o kadar hiçleşiyorsun aslında. Ne kadar bağımsız ve özgür düşünebiliyorsan o kadar bireysin, o kadar insansın…
İki gün önce liseli bir ağabeyimin Amerika’da kendi şirketini kurup orada yaşayan oğlundan “Yapay Zekâ” başlıklı müthiş bir sunum izledim. Artık hepimizin bildiği gibi yapay zekânın geldiği nokta öğrenebilir olması ve bilinç geliştirmesi. Yapay Zekâ kavramının tarihine bakacak olursak 1996 Şubat ayında ünlü satranççı dünya şampiyonu Garry Kimovich Kasparov, “Deep Blue” adlı yapay zekâ ile oynadığı altı maçın ancak birini kaybediyor, üç maçı kazanıyor, iki maçı da berabere bitiriyordu. Konuya ilişkin bilgileri Google da rahatlıkla bulabilirsiniz. Kasparov ertesi yıl yapılan altı maçın çoğunu kaybetti. Bugün ise bir insan herhangi bir bilgisayar veya yapay zekayı 15 yıldır hiçbir turnuvada yenemiyor. Yapay zeka ile yapılan maçlar sona erdi, yani sonuç belli. İnsan zekâsı esaslı yapılandırılan “Yapay Zekâ” gelişti ve çeşitli tekrarlar sonucu bu oyunu öğrendi ve insana rakip olmaktan çıktı. Tek umudumuz zekâ içeren insan beyninin de düşünebilmesi ve başına gelenlerden bir ders çıkarıp hiç olmazsa insanca bir yaşam sürdürebilmeyi öğrenmesi. Hiç olmazsa artık orada yenilmeyelim!..