Kim bilir Shakespeare’den kaçıncı kez aynı saptamayı alıntılıyorum?

Halkımızın kadim birikimi,“ Tanrı yakışan iftiradan korusun!” der ya, onun gibi söz, günün aynasından yaşama yansıyınca yakışıyorsa yinelemekten neden kaçınalım?

Bütün dünyada geçim örgütlenmesi, yaşam güvenliği, barış ve huzur konusunda egemen olman  “karmaşa ve kargaşa” hepimizin kaygılarını da korkularını da artırıyor.

Ne zaman korkularımın ağırlığını hissetsem, Shakespeare’in  saptamasını anımsarım:

    “İnsanların çoğu, kaybetmekten korktuğu için sevmekten korkuyor.
    Sevilmekten korkuyor, kendisini sevilmeye layık görmediği giçin.
    Düşünmekten korkuyor, sorumluluk gerektirdiği için.
    Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için.
    Duygularını ifade etmekten korkuyor, reddedilmekten korktuğu için.
    Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğinin kıymetini bilmediği için.
    Unutulmaktan korkuyor, dünyaya bir şey vermediği için.
    Ve ölmekten korkuyor, aslında yaşamayı bilmediği için.”

Nasıl ki, insanlarla   ilişkilerimizde  onların  “kim olduklarıyla”  değil, “ ne yaptıkları”  akılcı  yol ise, korkular söz konusu olduğunda  “düşman değil, çözüm aramak” da öylesi bir yoldur. 

Neden korkularımız çiğ gibi büyüyor?  Sorunun yanıtı çok açık: Hywel Williams’ın yıllar öncesinde saptadığında saklı korkularımızın büyümesi: “Yerleşik kültürler düşmanlara ihtiyaç duyar!”

Kendimizi neye düşman olduğumuzu söyleyerek tanımlama sığlığından kurtulmadıkça, gereksiz korkuların bütün benliğimizi sarıp sarmalamasının önüne geçemeyiz. Başkalarının  yolumuza  koyduğu engellere sığınmayı aşarak, yaptıklarımızla  kendimizi  anlatabilmeyi öne  çıkardığımız  zaman çözüm arayışının peşine düşmüş oluruz.

Karınca kararınca  karşı olduğumuz düşünceleri, yine  düşüncelerle ikna etmeyi göze alıp, gereğini yaptığımız zaman  korkuların esiri olmaktan kurtuluruz.

Anlamlı şeyler ürettikçe  “unutulma korkusunu” aşar; kendimizi korkularımızın kalelerine hapsetmekten kurtulur; daha eşitlikçi, daha paylaşımcı, daha katılımcı   olur; yüzleşme özgüvenimiz artar; uzlaşma kültürümüz gelişir ve derinleşir.

Yaşamda güçlünün yaşam hakkı olduğunu düşünür; uyum yeteneğinin asıl gücü oluşturduğunu unutursak  korkularımızın büyümesi için iç dünyamızda verimli ortamlar yaratırız.

Hepimiz  korkularımızdan arınmanın yol ve yöntemleri üzerine düşünmeliyiz… Düşünmeliyiz ki, korkularımızı  aşabilelim.