Kendi “fantezilerini” tatmin etmek için yazanlar ile şişmiş egolarının tutsaklığından kurtulamayanların aynı verimsizlik batağına saplandıklarını düşünenlerdenim. Her gün  “makroiktisadi  tartışmaların” – büyüme, enflasyon, döviz kuru,  borsa iniş çıkışlar vb.- selinde zaman öldürenler ile süreçlerden çok yaratılan sonuçların aynalara yansıması olan  siyasi “dedim-dedi sığlığını” anlatmayı da yazı insanlığı sananların “değer üretimine” ciddi katkı yapamayacağı kanısını taşırım. Yerelde, sahada, işyeri ölçeğinde  olup bitenleri izlemeden yaşamın öz gerçekliğini yaklaşılamayacağını kendi deney ve deneyimlerimden bilirim.
    Kendi bakış açımdan  olup bitenlere baktığımda, ülkemizin en önemli sorununun,  verimsiz ve üretken olmayan sektörlerin ve işyerlerinin ehlileşmiş ayıklamadan geçirilmesi, akıllı ihtisaslaşma sürecinin hızlandırılamaması,  küresel rekabet gücünü giderek artıran yeni bir  yapılanmanın ivedilikle gerçekleştirilmesi  olduğunu düşünürüm. O nedenle geçen hafta  yeni nesil OSB’lerin gündemiyle ilgili  paylaşımlar yaptım.
    Hiç kuşku yok ki, yeni nesil OSB’lerde  üretim ağı giderek karmaşık bir yapıya doğru ilerliyor; tam da bu noktada  OSB yöneticilerinin  karmaşık verileri toplama, analiz etme ve  kavrayışa dönüştürme  sorumluluğu gündemin ön sıralarına yükseliyor. Bu yükselişin farkında olanlar ve gereğini yapanlar iki adım öne geçecek.

Alışkanlıkların tehlikesi

Dönüşüm dönemlerinde “uyum sorunlarını”  analiz eden bağımsız araştırmacılar, tehlikelerden birinin de  “alışkanlıkların esiri olma” eğilimi olduğunu söyler.
    Yeni nesil OSB’leri yönetmenin en büyük gücü sağlıklı veriye sahip olmaktır. Karşılacakları büyük tehlike ise, bilgiye dayanmayan fikirlerin peşinde koşmak.
 Küresel ölçekte  yeni nesil OSB’lerin yönetimlerinin sağlıklı bilgiye  erişmeleri  ivedi, öncelikli, önemli ve değerli  işleri arasında ilk sıralarda yerini alır. 
İnsanlık tarihi, sağlıklı bilgiye erişmenin etkin yolunun “ uygun metotla hazırlanmış kaynak envanteri” olduğunu defalarca kanıtlamıştır.
    Biraz daha iddialı bir genelleme yapalım: Ciddi bir envanter yapmadan, verileri ehlileştirerek kullanabilir hale getirmeden ülkemizde üretim kuruluşlarının akıllı ihtisaslaşma yöntemiyle   küresel rekabetini sürdürebilmeleri mümkün değildir.
    Eskişehir’de yarım yüzyılı aşan OSB yönetimi deneyimi, üç üniversite, kökü Cumhuriyet döneminin öncesine dayanan imalat kuruluşlarının birikimi, kurumsal  kamu ve özel kesim işyerlerinin pratikleri ülke genelinde  tasarlanacak  stratejiye ciddi  birikimlere sahip olduğunu değerlendiriyorum.
    OSB’leri yönetme  anlayışını,  mücavirler alanlar açarak , yeni alanlar  sağlayarak yeni arsa tahsisleri, enerji  sağlama güvenirliği ve tasarruf önlemleri, su ve arındırma olanakları, elektrik enerjisi, doğalgaz ve su tüketim verilerinin derlenmesi, imara uygun yapı disiplini, destek hizmetleri sağlayan yapıların oluşturulması gibi  geleneksel ve standart  uygulamaların ötesine hızla taşımak gerekiyor.
    Eskişehir’ de sağlıklı bir gelecek yaratma iddiasında olan siyasi irade temsilcileri,  seçilmiş ve atanmış yöneticiler, üniversite yönetimleri, STK yetkilileri, medya mensupları  aşağıda çok genel başlıklar halinde paylaşacağımız  “envanter” konusunun çözümünde  işbirliği  yapmaları gerekiyor. Ciddi envanterler oluşturarak, net ve olgunlaşmış veri üretilmeksizin hiçbir işi tam ve doğru yapamayacağımız çok denenmiş bir gerçekliktir. Bir başka şeyi daha  bilmeliyiz: Yerelde ihtiyaçlar doğru belirlenmez, doğru verilerle ve uygun metotlarla  olgunlaştırılmış talepler yazılı belgeler haline  merkezi  yönetime sunulmazsa yüz yıldır konuşulan ve çözülemeyen sorunların  kısır döngüsünü aşamayız!


Tartışma zemini için bir öneri

Eskişehir’de OSB’ler  ülkemizin ilklerinden olduğu gibi, önemlileri arasındadır. Akıllı  ihtisaslaşma ile ülkemizi  güvenilir bir tedarikçi  olma niteliğini sürdürmesi için Eskişehir’de  bütün talepleri  bir yana bırakarak  önce bir  “envanter  oluşturmayı”  hedeflemeliyiz:

•    OSB’lerde arsa durumu nedir? Kaç metre kare alan OSB kapsamındadır? Bu alanların ne kadarı  destek hizmetler, ne kadarı endüstriyel ve hizmet yapıları için  ayrılmış, ne kadarı tahsis edilmiştir?
•    Var olan OSB’lerde “kapalı alan” ne kadardır? Değişik amaçlar için kullanılma oranları nedir?
•    OSB’lerde açık alanların “ortak kullanım alanları” ve  “özel kullanımların”  dağılımı nasıldır?
•    OSB’lerde “işyeri” sayılarındaki gelişme… Son on yıldane kadar “modernizasyon ve yeni yatırım” yapılmıştır?
•    Yeni yatırımlarda  “sektörel dağılım”  eğilimleri ne yöndedir?
•    İş yerlerinin “kapasite ve teknik olanları”  nedir?
•    İş yerlerinde  “ planlanan yatırımların nitelik ve niceliği”  ne yönde gelişmektedir?
•    İş yerlerinde son 5 yılın “kapasite kullanım oranları” nasıl bir gelişme gösterdi?
•    İş yerleri “ kaç vardiya ” çalışmaktadır… Bu konudaki genel eğilim ne yöndedir?
•    İşyerlerinde  “birim maliyetler”  artış ve azalış eğilimi nedir?
•    İşyerlerinin  yurtiçi pazarda, yarı-legal ve yarı formel dış pazarlarda, örgütlü ve kurumsallaşmış gelişmiş pazarlardaki payı nedir?
•    İhracat yapan işyerlerinin  “ülke dağılımı” nasıldır?
•    İşyerlerinin “işgücü profili”  dağılımı nasıldır?  İşgücü talebi ne yönde gelişmektedir?
•    İşyerlerinde “yapay zeka ve dijital dönüşüm” ve “karbon ayak izi” yatırım ihtiyacı nedir?
•    İş yerlerinde çağdaş yönetişim anlayışını  belirleyen “ iş teorisi” kavrayışı nedir?
•    Planlama, öngörme ve önlem alma, gözetim ve denetim  anlayışı nedir? Yeni yapılanma ihtiyacı nasıl tanımlanmaktadır?
•    İş yerinin olası gelişmeler karşısında  “alternatif senaryoları”  var mıdır?
•    İş yerlerinin “ yaklaşan yeni dalga üretim , rekabet ve işbirliklerine ilişkin” bir öngörüsü, sistemli izleme mekanizmaları var mıdır?
•    Sorular kapsamını daha da genişletebiliriz, ama amacımız yeni nesil OSB’lerin nasıl yönetilmesi gerektiğini  tartışmaya açmaktır. Yapacağımız tartışmalar ortak aklın oluşmasını, olgunlaşmasını, projelere dönüşmesini ve uygulama aşamasına geçilmesini  kolaylaştırır.
•    Daha önce de belirtik bir kez daha yineleyelim: Dünya genelindeki eğilimler sizi beklemez… Bu gibi konulara “olmaz” diye  kendimizi vurmaya dönük özgüven eksikliğinin tuzaklarına yakalanmamalı. Sorunların akıllı çözümü “olmazı” söylemek kadar “olabilir” olanları da  ortaya koymaktır. Tartışmadan da  bütünsel bir yaklaşıma ulaşmak mümkün değildir.