Yaşları 70’leri aşmış, Eskişehir’den lise arkadaşları, mahalle arkadaşları ya da  sonradan tanıyanlar, onu isminin yanına eklediğim lakabıyla tanırdı. Sonradan tanıyanlardan bazıları “samimiyet” gösterisi olarak gerek, rastladıklarında “N’aber Çaça” dediklerine ses çıkarmaz ama;
-Benim adım yok mu, havasında soğuk davranırdı!
Elbette bir adı vardı. O lise son sınıflarda, bizler Eskişehir Lisesi ortaokulunun ilk yıllarında olarak teneffüslerde birbirimize onu gösterir, “Bak, tiyatrocu Şener Abi” diyerek onu gösterirdik. 
Nereden bilirdik “tiyatrocu” olduğunu ?
-Onun da rol aldığı oyunları izlemiş olmaktan!.. 
(Çaça benden üç yaş büyük)
*** 
Yıl 1958-59 olmalı. Lisemiz öğrencilerin aktif olarak katıldığı çeşitli “kollar” vardı. Hemen çoğu ilgi duydukları alanları temsil eden (Müzik, Fotoğrafçılık, hatta Kızılay’) kollarına katılır, bir tür sosyalleşir, ilk sanat eğitimlerini alırlardı. 
Kuşkusuz “tiyatro kolu” da vardı. 
Tiyatro kolumuz vardı ama, onların öğretmenler ya da dışardan tiyatro ile ilgili abilerin katkısı ile sahnelenecek oyunları izleyebileceğimiz bir salonumuz yoktu. O oyunlar, lisemizin hemen karşısında Yunus Emre ilkokulunun bodrum katında bulunan salonda sahnelenirdi. 
Bir şekilde haberimiz olur, giderdik Yunus Emre’nin salonuna. Belleğimde kaldığı kadarıyla sembolik (1 lira gibi) bir fiyatla bilet alarak… 
Birkaç yıl geçti, o abiler gibi bizler de mezun olduk. Arada “Hamam yolu piyasasında” karşılaştığımız olurdu. 
-Bazıları ile selamlaşıp geçerdik!..

Ta ki 1962-63’e kadar…

Bu fasla başlamadan önce arkadaşlarının kendisine neden “Çaça” dediklerine aklım takıldı. Evet o sıralar, Latin Amerika kökenli, 1953’lerde Kübalı bir müzisyenin bestesi “ChaChaCha” adlı bir şarkısı ve o şarkıyla oynan dansı ülkemizde de ünlenmişti.. Özellikle;
-Gençlerin çılgınca tepindikleri bir dans!.. 
Şimdi düşünüyorum Şener Abi “salgından mülhem” olarak bu lakabı kendine uygun görmüş olmalı, 
-Ya da yakın arkadaşlarının, çevresinin kendisine armağan! 
*** 

Evet, 1962-63’lü yıllar. Bir kısma lisemizin Tiyatro kolunda “sahne tozu” yutmuş o gençlerden, bir bölümü Ankara Devlet tiyatrosunun, kendileri gibi genç profesyonellerinden oluşan tiyatro sanatçıları Eskişehir’in ilk “şehir Tiyatrosu” kadrosunu oluştururlar. Bakmayın siz sevgili Yılmaz Büyükerşen Hoca’nın ilk “şehir efsanesi” olarak anlattıklarına;
-Kanlarımızı satarak kurduk biz tiyatroyu!..
O sıralar kendisi ya Akademinin son sınıflarında, ya da bitirmiş ilk asistanlarından… Bir tiyatro topluluğu da “kan satarak” gerçekleştirilemez ki!. Nitekim zamanın belediyesi destekleyecek, sonrasın da;
-Yangın çıktı, kapattım!.. 
O salon şu anda tamamen yıkılmış, Şair Fuzuli Caddesinde, sonradan Belediye Meclisi toplantılarının yapıldığı salon. 
İşte o yıllarda Şener Kökkaya ve arkadaşları yeniden karşımda, Eskişehirlilere tiyatroyu yeniden hatırlatan oyunlarıyla…

Eskişehir’i ve bu alemi terk ettiler…

O zamanlar “Eskişehir’in varoşları sayılan Esentepe, Tepebaşı, Şarhöyük, Osmangazi’de oturan mevsimine göre başörtüleri veya atkılarıyla gelen kadınlarla birlikte, zamanın entellektüeli sayılan Eskişehirli onlarca oyun izlemişlerdir. 
Onlar arasında ben ve kuşağımın gençleri de vardı kuşkusuz. İzlediğim oyunlar arasında Cahit Atay’ın, zamanın klasiklerinden sayılan “Karaların Memetleri” başta, pek çok oyun. Bir başkası, bir İngiliz yazarın eseri  “Aceleci Kalp” unutamadıklarımdan…
Kuşkusuz bu oyunlardaki rolleriyle “Çaça” vardı. Örneğin Aceleci Kalp’de unutamadığım performansıyla bir diğer, 
-Eskişehirli oyuncu Mete İnselel… 
Ve de Bülent Kayabaş…
*** 
Onlar önce Eskişehir’i terk ettiler, sonrada sırasıyla dünyadaki “rollerini” tamamlayıp, bir başka aleme göç ettiler. Aynen sonuncusu “Çaca Şener” gibi. 
-Tanrının rahmeti bol olsun,  Işıklar içinde uyusunlar…