Karl Marx, Proudhon’un “Sefaletin Felsefesi” adlı kitabına eleştirel yaklaşarak yazdığı “Felsefenin Sefaleti” adlı kitabında; “insanlar kendi tarihlerini kendileri yapar, fakat bunu istedikleri şekilde kendileri tarafından seçilmiş koşullar altında değil, var olan koşullar altında sürdürürler” diyor. Geçen yıl yitirdiğimiz Erol Manisalı Hoca bir anısında 22 yaşındayken “Yanki go home” diye bağırdığımızda bizi taşlayan insanlar daha sonraları Meclis Başkanı oldular diye söz eder. Hocanın ilerlemeye direnenlerle yirmili yaşlarda başlayan kavgası yetmişli yaşlarda da sürmüştü. Bazıları için hayat değişmiyor ve hep bilindiği gibi yaşanıyor. 1982 Anayasası 7 Kasım Pazar günü yapılan halk oylamasında %91,37 ile kabul edilirken ben hayır diyen %8,63 arasındaydım. Bu kadar kesin bir rakamla muhalefete düşüşümüm ilk belgesi o oylamadır. O günden sonra zihnimize yapışıp kalan muhalifliğimizi, daha iyi bir yaşamın mümkün olduğunu anlayarak ve öğrenerek büyük bir onurla hala sürdürmekteyiz…
Albert Camus’nün Paris’te verdiği bir konferansta söylediği şu sözlerini anımsamak lazım: “Nefes almamıza yardım eden, varlığını ve özgürlüğünü ancak her bireyin özgürlüğünde ve mutluluğunda bulan bir insan soyu vardır. Bu yüzden yenilgilerde bile yaşamak ve sevmek için birtakım nedenler bulurlar. Onlar yenilseler dahi asla yalnız değillerdir.” Beş milyon yıllık insanlık tarihinde ilk teknolojik devrimi ucu sivri taşı ağaç dalına bağlayarak yapmışız. O günden bu yana köprülerin altında ne sular aktı. İnsan yaşamı gibi kısa zaman dilimi içinde yaptığımız ve keyifli olmasını dilediğimiz şu yolculuk sırasında bunca kedere ve üzüntüye gerek var mı? Evrim kuramına inancımı asla yitirmedim, bir gün mutlaka herkes “insan” olacak…