Hepinize yeniden merhaba, on beş günlük bir aradan sonra yine beraberiz, umarım hepiniz iyisinizdir. Aralardan sonra biriken konu başlıkları içinde, ilk ele alacağınız konu toplumu en çok ilgilendiren ve yaşamı en çok etkileyecek olan olmalı. Biz de öyle yapalım ve günümüz Türkiye’sinde “muhafazakarlık” adı altında “İslamcılık” ideolojisinin kurulmaya çalışılmasını öne çıkararak son günlerde yapılan altın vuruşu konu edinerek yazılarımıza kaldığımız yerden devam edelim. Altın vuruştan kastım son günlerde ülkedeki eğitim sistemine verilmek istenen bilmem kaçıncı şekil; adına “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” diyorlar... 
Bir öğretim programı yaratmak için belli sorulara yanıt vermeliyiz. Bu sorular sırasıyla; “ne öğreteceğiz”, “nasıl öğreteceğiz”, “niçin öğreteceğiz” olabilir. Burada “nasıl öğreteceğiz” sorusunu bilimsel içerikli olduğundan konunun uzmanlarına bırakmak gerekir. Ancak “niçin öğretiyoruz” sorusu hayati önemdedir. Yanıt; “nasıl bir insan tipi yaratmak, nasıl bir insan oluşturmak istiyorsak onun için öğreteceğiz” şeklindedir. Doğal olarak ne öğreteceğimizi de ona göre belirleyeceğiz demektir. Bu programda “yetkin ve erdemli” insan modeli istenmektedir. Buna kâmil yani olgun insan da deniyor, biliyorsunuz İslam tasavvufunda “insanı kâmil” tiplemesi vardır. Bilimsel, çağdaş, üretime yönelik, Cumhuriyet değerlerine uygun, yaratıcı insan oluşturma yerine genç kuşakları metafizik esaslı İslami kurallar çerçevesinde bir “hakikat” rejimine yöneltmeye çabalayan, Ortaçağın da gerisine düşen bir eğitim-öğretim programı ile karşı karşıyayız…
Bütünlüklü bir eğitim anlayışı ile insanı bütünlüklü olarak değerlendirdiğini iddia eden program önce varlığı beden ve ruh olarak ikiye ayırıyor. Böylece 17. Yüzyılın ilk yarısına Rene Descartes’ın düalizmine geri dönüyor. Metin madde kavramını bir kenara koyup ruh üzerinde yoğunlaşıyor. Burada kalsa neyse, yetinmiyor ruhu da “düşünce” ve “kalp” olarak ikiye ayırıyor. Duyu ve akıl bilgisini hakikate ulaşmada eksik bulan İmam Gazali’yi takip ederek üçüncü bilme türü olan “kalp gözü” ya da “sezgi”ye atıf yapılıyor. Böylece 12. Yüzyılın başlarına kadar gidilmiş oluyor. İslam tasavvufunda sıkça görülen “Kalp metaforu” sistemin ana merkezine yerleştiriliyor. Mistik gelenekte sıklıkla görülen; beyin yerine kalbiyle bilen, kalbiyle gören, kalbiyle hakikatin bilgisine ulaşan “kalp merkezli” insan yaratılmış oluyor. Kalbin içine; biyolojik olarak vücuda kan pompalama görevi dışında, bilim dışı, imgesel, metafizik bir aşkın hakikat kavramı yerleştiriliyor.  Ayrıca Mustafa Kemal’in “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller yetiştirmek” şeklindeki Tevfik Fikret kökenli meşhur cümlesine atıfta bulunularak; “Aklı selim, fikri selim, kalbi selim nesiller yetiştirmek” amacı vurgulanıyor. Böylece asıl söylenmek istenen “Atatürk karşıtlığı” ve Cumhuriyetin yetiştirmek istediği nesillerin alternatifi kurgulanmış oluyor. Sonuçta insanı kalbe indirgemiş, içinde beyin olmayan, geleceği yapılandıran çok tehlikeli bir programla karşı karşıyayız…