Her canlı önce yaşamda kalma daha sonra da haz duyma peşinde koşuyor. İnsan gelişmiş beyni sayesinde diğer canlılardan biraz daha farklı davranabiliyor. İnsanlığın peşinden gittiği yaşamın ereği saydığı “mutluluk” kavramına ulaşmak için herkesin kendine özgü yöntemleri var. Edindiği deneyimler, aldığı eğitim, ailesi ve çevresinden gördükleri mutluluğa ulaşmada mutlak etkin oluyor. Bizim “mutluluk” olarak dile getirdiğimiz duygu tabii ki sürgit devamlı hissedilen bir durum değildir. Kendimizi iyi hissettiğimiz belirli anların diğer zamanlardan ayrılması olarak da tanımlanabilir. Bundan beynimizden salınan “mutluluk hormonları” sorumludur. Bu hormonlar beynimizden sürekli salınan kimyasallar olsaydı eğer, o özel anların diğerlerinden farkı kalmaz, doğal olarak bizde diğer zamanlarımızdan ayrı olarak yaşadığımız o farklılığı tadamazdık. Kendimizi mutlu hissettiğimiz acı ve keder duymadığımız, o kısa ve özel anları “mutluluk” olarak adlandırmak aslında bir yanılgı olabilir. Erişip yaşadıktan hemen sonra normale döndüğümüze göre, belki de mutluluk onu elde etmek için gösterdiğimiz çabanın bizzat kendisi olabilir...
Bu konuda felsefe tarihi boyunca filozoflar da çok fazla kafa yormuşlar, mutluluğa ilişkin bazı kavramlardan söz etmişlerdir ki, bunların en önemlileri “Hedonizm” ve “Eudaimonia”dır. İkisi de mutluluğun açılımları gibi gözükse de daha farklı duyguları içerir. Hedonizm en üstün iyiliğin haz olduğunu ileri süren öğretidir. Eudaimonia ise Aristoteles tarafından dile getirilmiş olup erdemle donatılmış bütün bir yaşamı anlatır. Keyifli bir zihinsel durumu ve zamanı söz konusu etmez. Daha çok bir faaliyettir ve yaşam boyu sürmesi gerekir. Bilgiyle donatılmış, anlamanın zevkini süren, erdemli yaşamı keşfetmiş bir bireydir söz konusu olan. Tasavvufta ‘’kâmil insan olmak’’ dediğimiz durum ya da Buda’nın öğretisindeki ‘’Niravana’ya erişmek’’ aynı şekilde bu kavramın başka öğretilerdeki karşılığıdır. Bir bireyin eudaimonia’ya ulaştığını kesin olarak söyleyebilmek için, o kişinin bütün yaşamını hesaba katmak gerekir. Anlık mutluluklar mutlu bir yaşamı garanti etmez. Aristoteles, ölümünüzden sonraki olayların, yaşamınızın yolunda gidip gitmediğine ilişkin değerlendirmeyi etkileme yollarını bile irdeler ve şu sonuca ulaşır: Ölümünüzden sonra torunlarınızın bahtı eudaimonia’nızı sınırlı ölçüde belirleyebilir. Yani size ilişkin ancak kendi yaşamımızı da aşan bir büyük kavram ile karşı karşıyayız; varlık en çok yoklukta hissediliyor demek ki…