İnsan ancak okuyarak gelişir ve özgürleşir. Düşünce oluşturmak, hayal gücümüzü ve dilimizi kullanmaya bağlıdır. Hayal gücü ve dil okuyarak gelişir. Okuyarak başka insanların zihnine girilir, dünyanız çeşitlenir. Kitap sevdalısı Maksim Gorki, “bende iyi olan ne varsa hepsini kitaplara borçluyum” demiştir. Bilinç ise bilgi, düşünce ve dilin bütünleşmesiyle oluşuyor. Demek ki bilinçte okumayla yakından ilgili. Ancak kolay değil okumak hem zaman hem emek hem de seçici olmak gerek. Bilinçli bir seçicilik… Yumurta mı tavuktan çıkar yoksa tavuk mu yumurtadan? Yani bilinç mi kitaptan çıkar yoksa kitap mı bilinçten? Aklı bilim ve sanat silahlarıyla donatmak gerekli, kolay iş değil yani. Kimseyi suçlamamak lazım okumuyor diye, hele günümüzde başka birçok konfor alanları mevcutken. Cep telefonu, sosyal medya, televizyon, maçlar, diziler falan derken geçip gidiyor günler. Bunlardan arta kalan zamanda zaten yaşam mücadelesi veriliyor, açlık sınırı asgari ücreti geçmiş, ne okumasından söz ediyoruz ki biz. Yaşam her yönüyle insanı kendinden koparmak için sarmalıyor, sıkıyor, çürütüyor. Direnebilene aşk olsun…
Dostoyevski’nin de dediği gibi “Kendine yaslanan dik yürür”, koşullar dik yürümeyi zorlaştırıyor. Daha iyi yaşayabilmek için ne yapmalıyız acaba? Daha iyi yöneticiler seçmek olabilir mi mesela? Nasıl seçeceğiz ki? Daha iyi yöneticiler seçmek her alanda daha iyi seçimler yapabilme yeteneğini elde etmeye bağlı herhalde. Anlamanın verdiği keyfi hiçbir şey vermezmiş. Farkındalık ve olan biteni anlamak, hepsi beyinde bitiyor. Bazan sorular sormalıyız kendimize, “insanlık daha iyi bir yaşamı hak etmiyor mu?” diye. Bakın Şeyh Bedrettin 16. yüzyıldan bizlere nasıl sesleniyor: “Ay ve güneş herkesin lambasıdır, hava herkesin havası, su herkesin suyudur. Ekmek neden herkesin ekmeği değildir…”