Köşe yazarlığı biraz biteviye bir iş. Daha iyi yazılar yazabilmek için arada kendini nadasa bırakmak gerekiyor. Bu ülkede konu sıkıntısı çekmek olanaksız, ancak konular hep birbirini tekrarlar nitelikte. Onun içinde kimsenin merakını cezbetmiyor olan bitenler, vasatlar ortamında sıradan olgular geçip gidiyor önünüzden. Böyle durumlarda daha evvel gerek filozoflar tarafından yön gösterici olarak söylenmiş sözlere ya da halk tarafından derlenmiş anonim deyişlere sığınmak lazım ki zaman zaman ben böyle yaparım, iyi gelir…
Yarın ne olacağının hiçbir önemi yok, esas olan karşısında bizim ne yapacağımızın önemi varmış. Mesela Adorno “her şeyin kötü olduğu yerde en kötüyü bilmek iyi bir şey olmalı” demiş. Bu iyimser bakış açısı olsa gerek. Karşıt kötümser görüş Âmin Maalouf’tan gelmiş; “Ne mutlu dünyaya hiç gelmemiş olana”. Dostoyevski’nin hayal kırıklıkları ile ilgili hoş bir lafı var: “Aslında insanı en çok acıtan şey hayal kırklıkları değil, yaşanması olasıyken yaşayamadığı mutluluklardır” demiş. Sinema sanatçısı Julia Roberts’den aşka dair beklenmedik bir sözü var, bilmem beğenir misiniz? “Kalbini camdan yaparsan kıran çok olur, demirden yaparsa pas olur. En iyisi denizden yap ki, giren kaybolsun, yüzmeyi bilen kurtulsun, bilmeyen boğulsun…”
Özgürleşemeyen zihin köleleşiyor ve emri altında bulunduğu sistemi ve efendilerini yücelterek kendini ve eylemlerini olumlamaya çalışıyor. Buyurgana ve girdiği boyunduruğa saygı bir ahlak normuna dönüşerek olağanlaşıyor ve hatta olumlanıyor. Kendine olan yabancılaşma asıl olandan farklı hale gelme durumundan çıkıyor, farklı hale gelenin asıl olma durumuna evriliyor. Sonra bilinç oluşturana kadar geçen süreye de “kader” diyoruz…
İngiliz şair Dylan Thomas, “bir sanatkâr için sadece tek duruş vardır, o da dimdiktir” diyor. Şairlerden söz edince Ece Ayhan’dan örnek vermeden geçmeyelim. “Ey gemileriyle birlikte yiten denizler / ve bağlı limanlardır ki, unutulmasın / gerçekte, gemiler terk etmektedir fareleri”. Henüz üç fidanın ölüm yıldönümlerini yeni anmışken Ataol Behramoğlu’nun şu muhteşem dörtlüğü ile bitirelim yazıyı: “Cellat uyandı yatağında bir gece / Tanrım dedi, bu ne zor bir bilmece / Öldükçe çoğalıyor adamlar, / Ben tükenmekteyim öldürdükçe…”
Not: Bana biraz izin, yenilenip geliyorum…