Bizim yazlık sitede 10-15 kafa dengi emekli arkadaş var, ortalama yaş 75 olunca en büyük eğlencemiz en az haftada bir kez birlikte kafa çekip sohbet etmek oluyor. Antik Yunanda birlikte içmeye “sempozyum” denirmiş. Sempozyum bir ziyafeti veya bir içki alemini barındıran, bilgi alışverişi de yapılan bir sosyal etkinlik olarak bilinirmiş. Bu şölenlerden günümüzde sadece bilgi paylaşımı kalmış. Hoş sempozyumun akşamında acısını çıkarır katılımcılar o başka! Bizim ülkede rakı masaları da bir sempozyum havasında geçer, yenilir, içilir en çok da ülke kurtarılır. Rakı sofrası deyince şu çok bilinen öykü aklıma gelir, bilmeyen varsa onlarla da paylaşayım, öğrenmeye değer…
Bir rakı masası düşünün, Can Yücel’den Edip Cansever’e, Cemal Süreyya’dan Ülkü Tamer’e, Turgut Uyar’dan Tomris Uyar’a, Nezihe Meriç’ten Ferhan Şensoy’a herkes orada. Oturmak isteyebileceğiniz bundan daha iyi bir rakı masası olduğunu düşünemiyorum. 70’li yılların sonunda bir meyhanede hep beraber oturur şairler, sanatçılar. Rakılar doldurulur, beyaz kırmızı mezeler sofraya dizilir, kadehler tokuşturulur, sohbet güzel, dünya güzel. “Allah kimseyi meyhanesiz memlekete düşürmesin” keyfinde muhabbetin dibine vurulmuştur…
Her şey yolundayken masadaki bir kadın, bir sorununu ve tedirginliğini anlatmaya başlar. Kadının vücudunun içinde dolaşan bir iğne olduğunu ve bu iğnenin kalbine batıp onu öldürmesinden çok korktuğunu söyler. Her an bir ölüm endişesi olan kadın masayı çok etkiler ve bu kadın sayesinde bu masadan hiç eskimeyecek bir gelenek çıkar. Turgut Uyar garsonu çağırır ve bir büyük rakı ister. Şişeyi alıp üstünü imzalar ve yanında oturan Tomris Uyar’a verir. Sırayla tüm masa şişeyi imzalar ve şişe tekrardan Turgut Uyar’ın ellerine gelir. Turgut Uyar şişeyi ölüm korkusuyla dolu kadına uzatarak şöyle söyler: “Bu şişeyi al ve gelecek sene bu tarihe kadar sakla. Önümüzdeki sene aynı tarihte bu masadaki herkes seni yine burada bekleyecek ve senin getireceğin bu şişeyi birlikte açıp içeceğiz.” Turgut Uyar’ın bu cümleleriyle edebiyat tarihinin en unutulmaz geleneği başlamış olur; "Ölmeme Günü". Ölmeme Günü geleneği 70’li yılların sonunda başlar ve şişe masadakiler tarafından imzalandıktan sonra her sene masadaki başka biri tarafından saklanır. “Ölmeme Günü” 1985 yılına kadar yaşatılır. Ta ki 22 Ağustos 1985’te Turgut Uyar ölüp, Ölmeme Günü'nü bırakana kadar. Ferhan Şensoy’un dediği gibi: “Ağustos yirmi iki, dediler ‘Ustan ölmüş’, Çok komiksin Azrail, Turgut Uyar ölür mü?” Turgut Uyar’ın ölümünden sonra bir daha “Ölmeme Günü” yapılmaz ve bize sadece bir hikâye olarak kalır. Birçok şair şiirlerinde bu hikâyeye atıf yapmışlardır. Örneğin; Cemal Süreyya’nın en çok bilinen dizelerinden biri olan: “Ertesi gün için bir şey diyemem ama, rakı içtiğin gün ölmezsin”, Ölmeme Günü'ne ithafen yazılmış bir dizedir. Cemal Süreyya’nın, Turgut Uyar için yazdığı “Öldüğü gün hepimizi işten attılar” dizesi de Ölmeme Günü’nü kastetmektedir. Aynı şekilde Edip Cansever’in de “Biliyor musun az az yaşıyorsun içimde / Oysaki seninle güzel olmak var / Örneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi / Bir ağaç işliyor tıkır tıkır yanımızda” dizeleri “Ölmeme Gününe” adanmıştır. Leylaklar açacak, kiraz da çıkacak ve “Ölmeme Günü” hep var olacak!..
Sempozyumunuz eksik olmasın…