Şu son on yıllarda “cenaze namazlarında” buluşur olduk dostlarla!..
Bu durum ne kadar doğal olsa da üzülüyor insan. Cami avlusunda toplanan tanıdıklar her ne kadar “üzüntü havası” verse de şöyle bir gözlem sizlerin de dikkatini çekmiş olmalı;
-Gülüşlü-çümbüşlü konuşmaların mekanıdır cami avluları!..
Genç zamanlarımda yadırgardım bu sohbetleri!.. Giderek olağan karşılamaya başladım giderek. Kendimce bu olağanlaşmaya bir yorum getirir oldum;
-Önünde duasını ettiğin tabutun içinde senin olmadığının belirtisi olarak gizli bir sevincin, mutluluğun yüze vuran hali!..
Her ne kadar biraz sonra duracağın cenaze imam efendi her daim hatırlattığı “her canlı ölümü tadacaktır” hatırlatması dahi o içten gelen mutluluğu engelleyemeyecektir!
Ne ki Azrail yakarışlarına aldırmaksızın “hadi bakalım atta gidiyoruz!” dediğinde. “can ile canan” arasında “candan” yana bir tercih yapıldığına inananlardan biriyim.
-Bakalım, “tadınca” anlayacağız!...
Hangi canlının aklına gelir ki?
Bir dostumla mekanda bir sohbet anında, masada bulunun bir eski tanıdık verdi haberi;
-Milletvekilimiz İbrahim Arslan biraz önce bir tweet atmış. Eski milletvekillerimizden Münir Sevinç hayatını kaybetmiş…
İnanmamış gibi telefonunu elinden alıp okudum, doğruydu. Büyük bir üzüntü içinde çok yakın bir geçmişte kendisiyle yaptığım telefon görüşmesi geldi aklıma;
“-Daha üç ay önce o görüşmede iyi olduğunu, sonbaharın sonunda Eskişehir’e geleceğini anlatmıştı.”
Belli ki ömrünün son baharını yaşadığı o günlerde, Azrail’in kapısını çalmaya hazırlandığı aklına gelmemişti.
-Hangi canlı böyle bir düşünce içinde olur ki?
Kendisiyle ilk tanışmamız, 1969-73 Sebahattin Günday döneminin belediye meclis üyelerinden biri olarak gerçekleşmişti. Zamanın CHP’li meclis üyeleri arasında “gençlerden” sayılabilecek biriydi, inşaat mühendisiydi. Dönemin, CHP’li; Adalet Partili üyelerinin çoğu gibi onunla da sürdü ilişkimiz. Sürdü, çünkü;
-O dönem meclisi takip eden tek gazeteciydim. Onların kamuoyuna yansıyan sesi gibiydim!..
Böylesine bir dostluk, arkadaşlık işte…
SODEP kurulmaya çalışılıyor!
Faşist 12 Eylül 1980 darbesi gerçekleşmiş, aynı anlayışla hazırlanan Anayasa kabul edilmiş, yeniden “normal demokratik siyasete “ dönüş beklentisi içinde toplum!..
O meşum darbeden sonra ve üç yıl aradan sonra bunun beklentisi içindeyiz. Hatırlatmak gerekir ki, 12 Eylül öncesinin bütün siyasi figürleri siyaseten yasaklı. Bunun da ötesinde temsil ettikleri partilerin adını kullanmak dahi yasak!.. Bir de üstüne üstlük, başka adlarla yapılandırılacak yeni partilerin kurucular kurulunu “veto yetkisi” de beş generalin elinde.
Böyle bir ortamda eski CHP’liler, güçlükle ikna ettikleri Erdal İnönü’nün önderliğinde SODEP adında bir parti kuruyorlar. Partinin Eskişehir’deki kuruluş çalışmalarını da Selami Vardar öncülüğünde eski CHP’liler yapıyor.
Toplantıların merkezi Selami Bey’in Çıkıllı İşhanındaki bürosu. O toplantılardan bir ikisine kapatılan CHP’nin belediye meclis üyelerinden biri olarak davetle katıldı. Selami Bey’in bürosunun hemen karşısında Münir Bey’in mühendislik ofisi v ar. Doğal olarak o da “eski CHP’li “ olarak katılıyor.
Böyle bir hava içinde “beş generalin” yeni partilerin geleceğinin beklendiği ağır bir siyasi hava…
2. sıra olur musun Hüsnü Abi?
Böyle bir beklenti içinde iken, o sırada ikinci dönüşünü yaptığı Sakarya Gazetesi'ne sürpriz bir ziyaretçim geldi, Münir Sevinç!..
-Hüsnü Abi şimdi Ankara’dan geliyorum. Halkçı Parti’nin kurucu il başkanı olarak atandım. Bir basın açıklaması yazar mısın?
Yazdık elbette!. Ama sormadan edemedim SODEP çalışmalarında gösterdiği emeğe karşın nasıl olabilirdi böyle bir durum!..
Merhum Münir, aynı yaşlarda olmamıza rağmen, bana “abi” sıfatını uygun görürdü. Kimi zamanda halk arasında aynı anlamda “ağa” benzetmesini!...
Sorgulayıcı eleştirime şu yanıtı vermişti Münir Bey;
“Ağam, dedim ya iki gündür Ankara’dayım Bunların niyetleri bozuk. Erdal Bey’i, yanı sıra pek çok kurucu üyeyi veto edecekler, seçime giremeyeceğiz…”
***
Haklı çıkmıştı sevgili Münir!
Ne ki bendeniz de teklifini kabul edemeyince(!) TBMM üyesi olarak Ankara’ya gitme şansını kaybetmiştim!..
-Devamını “müsait bir zamanda” anlatırım…