İbni Rüşd’e ait olduğu söylenen bir sözde, “yumurta dıştan kırılırsa hayatın sonu, içten kırılırsa hayatın başlangıcı olur” deniyor. Endülüslü felsefeciye göre doğru dönüşümler hep içten geliyor. Bu değerli saptamayı bir yana koyarak, bu kez 19 Mayıs Üniversitesi Felsefe Bölümü hocalarından Prof. Dr. Hasan Aydın’ın “İslam Kültüründe Felsefenin Krizi ve Aydınlanma Sorunu” adlı kitabını ele almak istiyorum. Aralarında yüz yıl olmasına karşın 12. yüzyılda İbni Rüşd’ün Gazali ile olan kavgasından çıkardığı çözümlemeler günümüzün aydınlarına da ışık tutacak nitelikte. Gazali’nin doğu toplumlarında açık ara üstün olması 9-13 yüzyıllar arası süren İslam Rönesansını sonlandırmıştı. Buna karşın Batı toplumlarının İbni Rüşd’ü takip ederek batı dillerine çevrilen Antik Yunan felsefesinin eserleri üzerinden Rönesans ve Reform hareketlerine ulaşarak aydınlığa kavuştuğu da bilinen bir gerçek. Gazali’nin baskın çıkması “Doğu Toplumlarının” felsefeyle olan bağını çökertmiş, aklını kullanılarak dini yorumlamasına (tevil) engel olmuş, ümmeti soru soran ve eleştiren değil, itaat eden, boyun eğen ve baskıcı devlet yönetimlerine yardımcı olmayı yeğleyen bir topluluk olarak yol almasına neden olmuştur. Bu kavganın bin yıldır sürmesi de inanılmaz bir diğer gerçektir…
Bu anımsatmalardan sonra gelelim ülke aydının bu kavgadan çıkaracağı derslere... Bir kere İbn Rüşd’ün İslam dünyasında, Osmanlı dönemi de dahil, okunduğuna, anlaşıldığına ve etki bıraktığına dair herhangi bir iz bulunmuyor. İbn Rüşd’ün düşünceleri İslam dünyasında hiçbir toplumsal karşılık bulamamış, buna karşılık İbn Rüşd Batı’da, Rönesans döneminde Averros diye şöhret olmuş ve “Averroism” diye bir akım yaratmıştır. Kitap hakkında çok değerli analizlerde bulunan Ender Helvacı’nın söylediklerine bir göz atalım: Düşünceler kendi başlarına dünyayı değiştiremezler. Ancak bir toplumsal güçle birleşebildikleri oranda dünyayı değiştirmenin bayrağı olabilirler. Tarih fikir münazaraları değil, sınıf mücadeleleri tarihidir. Entelektüeller bir toplumsal güçle birleşemedikleri sürece yok hükmündedirler! İbn Rüşd’ün dramından çıkaracağımız ders budur. İbn Rüşt halkçı değildir; tam tersine seçkincidir. Hatta denilebilir ki, İslam’ın has temsilcisi Gazali, İbn Rüşd’e göre daha halkçıdır, halkla daha haşır neşirdir, çünkü onun halkı yönetilebilir kılmak diye bir derdi vardır. İbni Rüşd sadece seçkinler için “felsefe ve düşünce özgürlüğü” istemektedir. Felsefe yapma ve düşünme etkinliği zaten “cahil halka” göre değildir, bu etkinlik seçkinlere özgüdür; sıradan halka din yeter. İbn Rüşd ve benzerleri bu yaklaşımlarıyla halkı Gazali’lere teslim etmişlerdir. Daha da kötüsü kendi iplerini çekmişlerdir. Rüşd’ün bir sınıfı olmadığı gibi halkı da yoktur. Bu da günümüz aydınlanmacıları ve entelektüelleri için bir ders olmalıdır. Çağımızdaki Gazali’lere karşı İbn Rüşd’ün yöntemiyle mücadele edilemez. Halka dayanmayan, halka rağmen, halk yararına işler yapmak ancak devrimlerle ve otoriter yöntemlerle mümkündür…