İnsanlık tarihi boyunca yaratılan uygarlıklar hep büyük nehir kenarlarında oluşmuştur. Örneğin Mezopotamya’da Dicle ve Fırat arasındaki elverişli topraklarda kurulan Sümer, Babil ve nice uygarlıklar gibi. Yine Herodot’un deyimiyle Mısır uygarlığı Nil nehrinin insanlığa bir armağanıdır. İnka medeniyetinin yerleşkesi Amazon havzasıdır. Sarı Irmak ve Gök Irmak kıyılarında kurulan Çin uygarlığı, İndus nehri kenarında yeşeren Hint Uygarlığı da Uzak Doğu uygarlıklarına örnek oluşturur. Antik Yunan’da ve Akdeniz’de uygarlıklarının yaratılması hep deniz kenarında kurulan yaşamların tarıma, üretime ve ticarete açık olmasından ileri gelir. Eskiden beri bilinen gerçeklik su kenarlarının gelişime ve düşünceye açık olması, bunun da insanlığın ilerlemesine ön ayak olduğu şeklindedir. Felsefenin bile ilk kez Antik Yunan'da ortaya çıkması; denizcilik ile uğraşılması sayesinde ticaret, başka insanları tanıma ve daha çok bilgi birikiminin oluşması, zenginleşmenin yarattığı boş zaman kavramının gerçekleşmesi olarak gösterilir. Yani su hayattır…
İlerlemek ve uygarlık yaratmak için sadece su kenarında yaşamak elbette yetmez. Üretmek, zenginleşmek, sağlıklı düşünme geleneğini elde etmek, başka insanları ve toprakları tanımak gerekir. Tüm bu yazdıklarımızı yapılan göstermelik seçimlerden sonra ülkemizde yayınlanan seçim sonuçları haritalarında görebilir, ülkenin Marmara, Ege ve Akdeniz sahillerinin diğer yörelerden başka renge boyandığını kolaylıkla gözlemleyebilirsiniz. Türkiye vergiyi kırmızıya boyalı o sahil kesiminden alıyor, çünkü üreten onlar. Anadolu’nun ortası ve doğusu onlar kadar üretemeyip genellikle bu kesim üzerinden geçinen mesleksizler. Üreten sahiller demokrasi ve özgürlük istiyorlar, ötekilerin umurunda değil. Üretmeyenler daha çok olduğundan seçimlerde onlar galip geliyorlar. Bunun adına demokrasi denebilir mi? Üretmeyenler üretenleri devamlı yenebilir mi? Yoksa “Halk kutsal değil, dinbazların elinde oyuncak olmuş bilinçsiz bir kitledir” diyen Özdemir İnce üstat haklı mı?..