Biliyorum elbet günün tarihinin 31 Ağustos olduğunu. Yine de bu yazının yayına hazırlanması amacıyla klavyenin başına oturduğumda tarih bir gün öncesinin tarihini işaret etmekteydi:
-Bugün 30 Ağustos’tu!..
30 Ağustos’un 1922 yılına denk geldiği günler de, dünyada kimse hem Türk ulusu hem de Dünya tarihi açısından 30 Ağustos’un bir askeri zaferden öte, bir milletin yeniden doğuşunun müjdecisi olduğunu düşünmeyecekti bile. 
Evet, üç yıl öncesinden 1919’da başlayan bir kurtuluş hareketinin son noktasının konulduğu o günün anlamı, hem yeni Türk devletinin kuruluş müjdesi, hem de yeni bir askeri dehanın ve siyaset adamının doğuş müjdesiydi. 
O müjdeciye, bütün unvanlarının ötesinde en anlamlı ismi, dünya şairi Nazım Hikmet koymuştu;
-Mavi Gözlü Dev!
Dünya tarihine kazınan adıyla O’nu adı;
-Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür…
Ve “20. yüzyılın dehası” Büyük Önder! 

Gururlanmak Eskişehirlilerin hakkıdır.

O yüz iki yıl öncesinin milletçe yaşanan coşkusu içindeyim.  O büyük coşku içinde ne yazmam gerektiğinin git-geli  içinde başladım açıkçası!.. Öyleyse aynı coşkuyla o ana kadar neler yaşandığını özetlemeye çalışarak devam edelim.
Genç gazetecilik yıllarımda, İnönü savaşları, Çoban ateşlerinin” yanışına benzetilen milli direniş örgütlenmesi sonucu elde edilen mevzii savaşlar, nihayet Sakarya Meydan Muharebesi ve Büyük Taarruzun yıldönümlerinde törenleri izlerdim. 
Yapılan konuşmaların sonuncusu genellikle bir kurmay subaya verilirdi. Anlamını anlatırken genellikle (mealen) şu vurgu yapılırdı:
-Kurtuluş Savaşı’nın merkez üssü yaşadığımız bu topraklar, Eskişehir ve civarıdır!..
Bunu, bu topraklarda yaşayan biz Eskişehir’in “gururunu okşamak” anlamında söylendiğini düşünürdüm!. Kuşkusuz o gurur bütün millete aitti ama öyle değerlendirirdim. Sonra, sonra okuduklarımdan, araştırmalardan, dinlediklerimden anladım ki, yapılan değerlendirmeler yerindedir. Bu anlamda o gururu taşımak Eskişehirlilerin hakkıdır!.
Öyleyse bu gururla devam edelim. 

Stratejik plan ve 30 Ağustos.

Gazi Mustafa Kemal, savaş sonrası Eskişehir’e ilk gelişinde, İnönü savaşları sonrası ordunun Eskişehir’den çekilmesi kararını hatırlatarak “Bu kararı almak zorundaydık. Ama Eskişehir halkı düşmana karşı direnişini sürdürmüş, eziyet görmüştür. Şehir yakılıp yıkılmıştır.” Sözleriyle bir tür “özür beyanında” bulunmuştur. 
Ki Ordunun Sakarya nehrinin doğusuna çekilme kararı, kurtuluş savaşının ilk büyük zaferi, Sakarya Meydan Muharebesinde görülecektir.  Ardından da, 
-Büyük Zaferde, Dumlupınar Meydan muharebesinde, Büyük Zaferde…
Bu stratejik hamleyi Alev Coşkun dünkü yazısında şöyle aktarıyor;
“O günkü askeri durumda, Türk Ordusunun büyük gücü kuzeyde, Eskişehir bölgesinde toplanmıştı. ‘Türkler savaşa ancak bu güçlü oldukları Eskişehir bölgesinden başlatabilirler’ düşüncesi batı dünyasının kurmay başkanlıklarında ve Yunan işgal kuvvetlerinin komuta kademesinde yerleşmişti. Bu nedenle Yunan kuvvetleri de, cephenin ağırlık merkezinde olan Eskişehir bölgesinde mevzilenmişlerdi.” 
Evet, 26 Ağustos’ta Büyük Taarruz başlamadan önce durum böyleydi. Ama Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın (Gazilik unvanı Sakarya Savaşı'ndan sonra verilmişti) kafasındaki taarruz planı çoktan netleşmişti. 
-Saldırı güneyde başlatılacaktı!.. 
-Afyon’un 40 kilometre batısındaki Çiğiltepe’dan…
***
Ve 29 Ağustos'u 30 Ağustos’a bağlayan gece yarısından sonra getirilen “son durum” raporunu gördükten sonra Gazi yatağından kalkar. İsmet ve Fevzi Paşaları çağırarak görüşlerini aldıktan sonra kararı verir;
-İmha Harekatı devam ederken, Süvari Alayı da baskın harekatıyla düşmanı çember içine alacak, Yunan birliklerinin ve komuta kademesinin İzmir’le irtibatı kesilecekti.
*** 
30 Ağustos günün kısa özeti bu kadar. Sonrası malum!.. 
-Ordu’nun öncü birlikleri başta süvariler olmak üzere 10 günde İzmir’de…
*** 
Son birkaç kelam da bugüne dair;
Siz istediğiniz kadar -dünkü Cuma Hutbesinde olduğu gibi- istediğiniz kadar Atatürk’ün adını anmayın, isimlerini silmeye çalışın;

--Onun kurduğu bu cumhuriyet, yarattığı ve bizlere emanet ettiği devrimler, sonsuza dek yaşayacak, yaşatılacaktır