Bugün ülkedeki siyasal İslam hareketinin kurmak istediği uygarlığın iki temel dayanağı var: Birisi din diğeri neoliberalizm. Yaşadığımız deprem felaketi sonucu bu iki temel dayanakta gözümüzün içine sokularak, yüreğimizi dağlayarak ve içimizi sızlatarak tüm çıplaklığı ile ortaya saçıldı. Dinsel unsuru; her felaketin Allahtan geldiği, her olgunun bir kader planı çerçevesinde işlediği, karşı koymanın veya alın yazısına isyan etmenin günah sayılacağı, kulların yapabileceklerinin sayılı ve sınırlı olduğu öğretisini yaygınlaştırma işlevini üstlendi. Neoliberal ekonomik tercihle de vahşi kapitalist gerçeklik özenle savunuldu, işlevsel devlet kurumlarının satışı, özelleştirmenin yaygınlaştırılması, sosyal devlet yerine sadaka devletinin kurumsallaşması sağlandı; faiz, kar, rant, haraç ve yağma esaslı aşırı tüketime dayalı bir ekonomik ve politik düzen yerleştirildi. Bu yıkıcı ekonomik tercih “nas var” denilerek din sosuyla birlikte servis edilip, kimin kandırıldığı pek anlaşılamayan bir taktik ile Merkez Bankası tarafından %9 olarak açıklanan politika faizi, gerçekte bankalarca %30 olarak uygulandı. Sonuçta siyasal İslam’ın “kaymaklı kadayıf” olarak algıladığı; neoliberalizmin ve dinin karışımı ile yapılan bulamaç, halkta zulmün doruk noktası olarak karşılık buldu…
Binlerce kayıp verdiğimiz, ölümün kol gezdiği enkaz kaldırma çalışmaları sırasında ulaşılan canlara “tekbir” haykırışları eşliğinde yaklaşanlar aslında dini bir uygulamayı değil, siyasal ve yandaş bir tercihi sergilemekteler. Oysa asıl çığlık “tedbir” şeklinde olmalı ki bu kadar kayıp vermeyelim. Canım kardeşim sen dinini yine yaşa, bir canlıya daha ulaşmanın şükranını duy, ama “tekbir” ölüm sireni gibi algılanmakta ve ortamla uyuşmamakta, sadece senin siyasal yandaşlığını açığa çıkarmakta… Peki ülkemize özgü özel bir soru: İnsan sekiz gün enkaz altında kalıpta enkazdan bilinci açık şekilde çıkarılınca ilk sözü ne olur? “Biraz su verin! Çocuğum kurtuldu mu? Annem yaşıyor mu?” Hiçbiri değil tabii. Her yaşam kendine özgü duyguları birlikte taşır, kimse bilemez ancak bizim ülkemizde başka yerlerde rastlayamadığınız türde bir cümle ile karşılaşabilirsiniz: “Beni özel hastaneye götürmeyin, param yok.” Son olarak yirmi yılda geldiğimiz noktanın özeti; enkaz altında ulaşılan insana yersiz bir şekilde “tekbir” sesleri ile yaklaşmak, sekiz gün sonra ulaşılan canlı insanın ilk sözleri ise bir özel hastaneye götürülmeme isteğidir…