Bu sütunlarda yıllardır yazdıklarımı okuyanlar bilir: İnanç özgürlüğü ile düşünce özgürlüğünü dengelemesini bilmeyen, beceremeyen toplumların başlarının beladan kurtulmadığını çok sık tekrarlarım.
İnancın yazılı kuralları, referans kaynakları vardır; öğretilmiş malumatın tekrarlanan rutinine dayanır. İnanç sistemlerinin hayatın öz gerçeğinin ihtiyaçlarını karşılayabilmesinin düzeyi, inancın kök nedeni olan, maddi ve kültürel zenginliği artırarak insan yaşamını kolaylaştırması alanlarında yarattığı sonuçlarla ölçülür. İnancın huzur ve refah üretmesi, inanç önderlerinin kendi zihinsel ortamlarındaki özgür düşüncelerini, toplumsal algıya dönüştürebilecek ortamlara taşımasıyla mümkündür. İnanç özgürlüğü ile düşünce özgürlüğü arasındaki hassas dengeyi kuramayan toplumların işi her dönem zor olmuştur; çok insan ve diğer kaynak gereği ve gerekçesi olmadan israf edilmiştir.
Zihnindeki özgürlüğü bilgi birikiminin dirayetiyle toplumsal tartışma ortamına taşıyan bilim insanlarımızdan biri de, İlahiyatçımız İlhami Güler’dir. Karar gazetesinde, “Doğal felaket, afet ve kader” yazısını, önce insana, sonra inancına, ardından kendi topluluğuna, toplumuna ve insanlığa saygısı olan herkesin okunmasını çok isterim.
İlhami Güler hocanın sözünü ettiğim yazısından kısa alıntılar yapmanın tuzaklarının farkındayım. Yine de yazınının aslına dönülmesine vesile olabilir düşüncesiyle iki alıntıyı paylaşacağım:
“ Bir toplum, kendi durumunu değiştirmedikçe; Allah onların durumunu değiştirmez”(13/11)
“Olanlar oldu; bunlar, hep kader planının içinde olan şeyler’ cümlesi, Sünniliğin geliştirdiği ‘Kader( Cebir)’in ifadesi olarak, Kur’a açısından külliyen yanlıştır. Fay hattının kırılmasının doğurduğu felaket sonucu için: ‘Allah’tan geldi’ yargısı doğru değildir. Fayın kırılma ‘kanunu’ Allah’ın Kaza ve Kaderidir. Bunun ‘felaket veya ‘Afet”e dönüşmesinin sebepleri cehalet, ihmal, zafiyet ve ihanettir.”
“Hakkında bilgi sahibi olmadığın şeyin ardına gitmeyi” (İsra süresi 36) sorgulayan bir inanca sahip olan toplumda deprem gibi büyük ders alınması gereken doğal alayı bile “cehalet konforunun” sınırları içinde yorumlayanları anlamakta zorlanmaz mısınız?
İnanç sistemlerinin cehaletin tuzaklarına düşürüldüğünü gözlediğimde, Firuz Kanatlı’nın Selami Vardar için kaleme aldığı yazının son cümlelerini hatırlarım:
“ Ben dindar bir adamım. Selami ağabey ile anlaşamadığımız tek konu din konusuydu. Kendisine bu konuyla ilgili olarak bir gün şöyle demiştim: ‘Siz taşlarından arındırılmış, nadasa bırakılmış, gübre ve yağmurunu almış bereketli bir topraksınız. Bu toprağa tohum ekseniz ne kadar bereketli, muhteşem bir mahsul alacağınızı tahmin dahi edemezsiniz…’ Cevap vermemiş sadece gülümsemişti.
Yaşlandıkça O’nu daha iyi anlıyorum. Kamil insana çok defa dinler dar gelir ve yüce Allah’a giden yolu kendi bulur.”
İlhami Güler Hoca gibi bir bilginin, Firuz Kanatlı gibi samimi bir inanç sahibinin söylediklerinden edindiğimiz malumatı bilgiye dönüştürmeliyiz. Carl Sagan’ın dediği gibi, malumatlarınızı uygulayarak bir sonuç yaratamıyorsanız, henüz malumat aşamasından bilgi aşamasına geçememişsiniz demektir. İnanç sistemlerimizi “cehalet konforunun kalesine” dönüştürmemeliyiz.