Meşhur İngiliz yazar ve hiciv ustası George Bernard Shaw “Darwin bir dokundu, tüm dünya akraba oldu” demişti. Kendisine hak vermemek elde değil. “Beagle” adlı gemiyle beş yıl sürecek bir yolculuğa çıktı, giderken inançlı bir yolcu inerken şüpheci bir bilim insanıydı. Ne umdu ne buldu? Darwin’in 1831’den 1836’ya dek sürmüş ve Britanya Adaları’ndan Güney Amerika’nın Galapagos Adaları’na uzanan yolculuğunu diyorum. Geziye “doğa bilimci” olmanın ötesinde “inançlı” bir Hristiyan olarak başlamış, ancak gördükleri ve anladıkları karşısında kaçınılmaz bir kuşkuya varacak şekilde, ruhsal bakımdan da sarsılmış olarak geziyi sonlandırmıştı. Charles Darwin gezinin sonucunda ortaya çıkan “Türlerin Kökeni” (1859) adlı kitabı, insanın özel olarak yaratılmış, insan ve tanrı merkezli yaşam anlayışının ve inancının yıkılmasının önünü açtı. İnsanı, evrenin onun etrafında döndüğü “özne” olmaktan çıkarıp, diğer varlıklarla ortak kökten gelen ve değişime uğrayarak farklılaşmış bir organizma olarak alçakgönüllü bir konuma oturttu. Sıkı bir Hristiyan olan gemi kaptanı Robert Fitzroy Darwin’in kuramsal öğretisinin dinsel öğretiye meydan okuma aracına dönüşmesi karşısında, onu yanında götürdüğü için hep kendisini suçladı ve pişman bir ruh haliyle Darwin’in en ateşli karşıtlarından biri olarak yaşadı. Charles Darwin kendi savını etkin bir şekilde savunmaktan çekinmiş onu savunmak dönemin önde gelen diğer bilim insanlarına düşmüştü. “Türlerin Kökeni” adlı yapıtının yayımlanmasından hemen sonra Oxford Üniversitesi Müzesi'nde evrim kuramı savunucusu Biyolog Thomas Huxley, Piskopos Wilberforce’un “baba tarafından mı yoksa ana tarafından mı maymundan geliyorsunuz” sorusuna muhatap olmuştu. Piskopos’a verdiği yanıt insanlık adına bir “başyapıt” değeri taşır: “Hayatın gerçeklerini ortaya sermek için durmaksızın uğraşıp didinen insanları böylesi söz oyunlarıyla karalayan insanların soyundan gelmektense kendini-haddini bilen gerçeğe saygılı bir maymun soyundan gelmeyi yeğlerim!..”
Covid 19 virüsü ile birlikte yaşamaya başlayalı nerdeyse iki yıl olacak. “Turcovac” adlı aşımızdan henüz umutlandırıcı bir haber alamadık. Yetkili bir ağızdan henüz inandırıcı bir açıklama gelmiş değil. Bu virüs ve mutasyona uğramış varyantları ile daha uzun seneler birlikte yaşayacağımız varsayılıyor. Hıfzıssıhha Enstitümüzü kapatmasaydık yine bu durumda olur muyduk acaba? Türk asıllı olmaları nedeniyle övünç duyduğumuz Koronavirüs aşısını bulan BioNTech şirketinin CEO'su Uğur Şahin ve Özlem Türeci niye Türkiye’ye gelmiyorlar, hiç merak ettiniz mi? Türkiye tarafından verilen ödülleri bile yurt dışında kabul ediyorlar.  Bu ikili eğer Türkiye'de eğitim görselerdi bu başarıyı sağlayabilirler miydi? Bu aşılar tamamen evrim teorisini kavramış uzmanlarca geliştirilebilir. Oysaki Türkiye'de evrim teorisi okullardan dışlanmış vaziyette. Evrim kuramının alfabesinde takılı kalan bir ülke nasıl olacak da kolayca aşı üretebilecek?  Virüs sürekli varyant geliştirirken yapılan açıklamalarda "virüs evrim geçiriyor" diyebilen bir yetkilimizi ben henüz göremedim. Aynen antibiyotikler de aynı düşünce yapısı altında geliştirilir ve üretilir. Evrim kuramını öğrenmesi yasaklanan ve evrimi anlamayan bir nesilden ileride “bilim insanı” nasıl çıkacak?..