Biliyorum depremle ilgili köşe yazılarını artık geniş okuyucu kitlesi okumuyor. Millet bıktı, yıldı, yıkıldı. Bir de yazılanları okuyup acının girdabında boğulup gitmek istemiyorlar. Kronik hastalığı olan 60 yıllık liseden arkadaşım “ilaçlarımı yutmak istemiyorum, yutamıyorum içimden gelmiyor” diye feryat ediyor. Ulusça depresyondayız. Oysa bu felaketten bizi halkımızın birliği, yardımlaşma ve dayanışmanın kurtarabileceğini de biliyoruz. Ancak deprem sonrası gözümüze acımasızca sokulan bir gerçek var ki, Türkiye halkı ortadan ikiye bölünmüş durumda ve bu bölünme geleceğimiz hakkındaki umutlarımızı yok ediyor. Bir eski Kahramanmaraş milletvekili kadın bölgeye giden Ekrem İmamoğlu’nu görünce adeta sinir krizleri geçirip “defol git İstanbul’a” diye bağırıyor, “İngiliz uşağı” diye küfrediyor. Ekibiyle yardıma gelmiş bir ülke yetkilisinin karşılanışına bakar mısınız? Yeni dönemde Reis’in gözüne girip vekil adayı olabilmek için mi bunca çaba? Bu kadar basit bir seviyesizlikle açıklanamaz bu tablo. Kendi zihin yapısı dışındakileri dışlayıcı tavrının altında inanmışlığını da taşıyor olsa gerek. Eski vekilin haykırışı bağımlı, yıkanmış bir beynin hayatta kalmak için son çırpınışları olarak göze batıyor. İmamoğlu’nu, 21 yıllık iktidarın sonunun gelmesinden sorumlu biri olarak algılayıp isyan ediyor. O sırada ne depremi ne de enkaz altındakileri kesinlikle düşünmüyor, kendi canını kurtarmaya bakıyor. Aslında sayın eski vekil panikte, sürmesini istediği siyasal İslam zihniyetinin iflas ettiğini kabul etmek istemiyor. Çünkü İmamoğlu’nun temsil ettiğini sandığı CHP iktidara gelirse bunca yıldır kendi çıkarına işleyen tatlı düzen son bulacak… 
Bodrum Belediyesinin yardım TIR’ına Muğla Valiliği etiketi yapıştırılarak yola çıkarılıyor. Pandemide CHP’li Belediyelerin yardım için topladıkları paralara çöken, hesapları bloke eden zihin, şimdi de yardım için AFAD’tan başkasına izin vermiyor. Yıllarını bu işlere adamış Nasuh Mahruki siyasal düşüncesi uyuşmuyor diye evinde oturuyor, hayatını ilahiyat öğrenmekle geçiren AFAD Başkanı “ulaşamadığımız yer yok” diye yalan söylüyor. Herkes Haluk Levent’in Ahbap Derneğinin topladığı paralara çöküleceği kaygısını taşıyor. Yönetmeye değil seçim kazanmaya ilişkin siyaset yürütülüyor ülkede. Hani böyle durumlarda; sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış bir kitle olduğumuz söylenir ya, deprem sonrası işlem yapan borsada, çimento ve beton şirketlerinin tavan yapması bu düzenin felaketi fırsata, depremi ranta çevirmek üzere kurulu olduğunu ne güzel anlatıyor. Yıllar acımasızca geçer yaraların bir kısmı sarılır, ama ölüme çare yok bu topraklarda ölen ne yazık ki öldüğü ile kalır. Ancak sorumsuzca körüklenen halk arasındaki derin yarılma bu ülkenin geleceğini kesinlikle karartır...