Her yenilik  belirsizlik içerir, önemli ölçüde de risk alanlarında olasılıklar okyanusunda hayat  bulmaya çalışır.
    Yeni fikirler belirsizliği azaltan, risk alanlarını belirleyen, riskleri üstlenen girişimci liderlerin izinde hayat bulur.
    Yenilikler yaşadıkları alanın eni, boyu, derinliği ve zaman içindeki değişimi gibi dört boyut içinde var olur, varlığını korur; gelişir.
Kendini yeniden üreterek uzun dönemli geleceklerini güven altına alamayan yenilikler de yok olur.
    Bir yeniliğin varlığını sürdürmesi, beslendiği kaynakların iki özelliğini göz önünde tutmayı gerektirir: Biri elimizin menzilindeki yerel kaynaklara  erişimdir; diğeri de beslendiğimiz yerel olmayan kaynakların akışının güven altına alınması.
    Yenilik sadece besleyici kaynakların sürdürebilirliğini güven altına alarak da sürdürülemez. Yeniliği sürdürme, insanımızın yaşamını kolaylaştırıcı ve zenginleştirici  zihinsel araçların da desteğini almamı.
    Yeniliğin zihinsel araçları arasında felsefe, ilke, kural, yasa ve kültür yerlerini alır.
    Felsefe, ilke, kural, yasa ve kültür davranışlarımızı yönlendirir; kuracağımız bağlantıları belirler, iletişim ve etkileşimlerimizin nitelik ve niceliğini etkiler. Düşünce ve davranış referanslarımız alacağımız kararları, oluşturacağımız yapıları, yapıların işlevlerinin yönünü ve hızını  artırır ya da azaltır.
    İşlevselliğin altın kuralı, eylemin sonucunda üretilen nesnelerin, metotların ve düşüncelerin insanların yaşamını kolaylaştırıcı mı, engelleyici mi olduğunu ölçmedir.
    Hepimiz tanımlamış olsak da olmasak da bir “zihni model” çerçevesine sahibiz. Bilinçle oluşturulmuş modeller sorgulanmış varsayıma dayanır; bilinçsiz modeller de öğretilmiş ve inanılmış duygulara.
Yaptığımız işin işlevselliğini sorgularken, zihni modelimizin varsayımlarını da  sürekli sorgularsak, gerçekliğimiz  hayatın  ihtiyaçlarına yakın durur.
    Modeller, deney yapma ve deneyim oluşturmanın araçlarıdır. Deneyimlerimizi damıtmanın  yolu, zihni modellerimizin varsayımlarını sürekli sorgulamadan  geçer.
    Zihni modellerimizin varsayımlarını sorgulamazsak doğru işlerden de yanlış sonuçlar üretebiliriz. 
Yapılan yanlışın bedelini salt kendimiz ödüyorsak sakıncası bizimle sınırlı kalır. Yaptığımız yanlış toplumu derinlemesine etkiliyorsa, başta insan olmak üzere diğer kaynakları da israf batağına sürükleriz. Sizin yanlışınız son çözümlemede benim de zararıma oluyorsa; yanlışınızı eleştirme ve durdurma için eyleme geçme hakkım vardır.
    Senin kendine yatırım yaparak deneyimlerini damıtma konusunda eksikliğin, benim yaşamımın kolaylaşmasını engelliyorsa, sizi durma konusunda eyleme geçmemi  bir “kalkışma” olarak değerlendiremezsiniz. Toplumsal yaşamın bu çok ince çizgisi alabildiğine istismar edilebilmektedir.
    “Yaşam dinamiği” haklarımızı savunma üzerine kuruluysa anlamlıdır.
    Popülizmle cilalanmış ve üstü kutsal şallarla örtülmüş anlatımların  altındaki gerçeği anlamaya, tepki göstermeye ne kadar emek ve zaman ayırıyorsak; gerçek insanlığa da o kadar yakınlaşmış oluruz.