Geçen  hafta  tanımını  yapmaya  çalıştığımız, ülkemizi uzun süredir yöneten merkez sağ siyasetin değişmez çizgisi pragmatizmin yarattığı  sonuçlara  uzmanların desteğini alarak   şöyle bir göz atalım:
Selçuk Şirin  “ Türkiye 2022 itibariyle Cumhuriyet tarihi boyunca en sefil dönemlerinden birini yaşıyor. İkinci Dünya Savaşı’nın  o kıtlık yıllarında bile bu denli sefalet yaşamamıştı” çığlığıyla uyarıyor. Uyarının arka  planında baktığımızda, uluslararası kabul gören ölçütlere göre; Gini katsayısının en yüksek , gelir adaletsizliğinin en yaygın olduğu üç ülkeden biriyiz.

Ülkemizde “orta sınıf” tamamen silinmiş durumda. Orta sınıfın alt gelir sınırı günlük 20 dolar, aylık  600 dolar kazanmasıdır. Üst gelir  günlük 100 dolar, aylık da 3 bin dolar olması gerekir. Ülkemizde  en az aylık 11 bin liranın , en yüksek aylık  57 bin lira  olanları orta sınıf olarak değerlendirebiliriz. Bu yalın ölçüt, bugünün gelirleriyle  kıyaslandığında, orta sınıfın silindiğini kanıtlar. 

Beli bir dönemde çok sık  tartışılan, sonra unutulan bir başka ölçüt, “orta gelir tuzağı”dır. İndermit Gill ve Homi Kharas’ın 2015’de  geliştirdikleri  kavramdır.Selçuk Şirin  ve Güven Sak’ın  üzerinde durdukları başka noktalar da var : Sak yazısında, Dünya Bankası’nın orta gelirli ülkeler grubundan, yüksek gelirli ülkeler grubuna geçebilmek için kişi başına milli gelirin 13 bin ABD doları geçmesi  ölçütünü hatırlatıyor. Şirin’in  çalışmasında ülkemizin 2013 yılı itibariyle  kişi başına gelirin 12 bin  doların üstüne çıkarak orta gelire  ulaştığını, orada çakılıp kaldığını belirtiyor. Aradan 10 yıllık zaman geçtiği halde, “ Bırakın ilerlemeyi, bazı ekonomistlerin hesaplamalarına göre orta gelir tuzağının alt sınırına gerilediğini” söylüyor. Ayrıca, ülkemizde olduğu gibi doğal kaynaklar, geleneksel tarım ve ağır sanayi, coğrafi ya da demografik avantajları olan pek çok ülkede kişi başına gelirin  birkaç bin dolardan 10 bin dolar bandına yükselttiğini, alt gelirden orta gelire çıktıklarını paylaşıyor: Çin, Brezilya, Arjantin, Bulgaristan, Kolombiya, Nijerya, Slovekya gibi. Aynı zaman kesitinde 100’ü aşan ülke arasında orta gelir tuzaklarını aşarak kişi başına milli gelirlerini 20 bin doların üstüne çıkartan ülke sayısının 20’yi aştığını anımsatıyor. “Asya Kaplanları”  olarak bilinen Japonya, Singapur, G.Kore  ve Tayvan orta gelir tuzaklarını kıran ülkeler. Akdeniz Ülkeleri arasında ise İspanya, Portekiz, Yunanistan ve İsrail  var. Doğu Bloku’ndan  Çekya. Slovenya, Estonya ve Litvanya da tuzakları kıran ülkeler.Sak’ın saptamalarına göre  de 2010 ile 2021 arasında Romanya, Uruguay, Panama, Şili, Aruba gibi ülkeler orta gelir grubundan yüksek gelir grubuna yükseldi. G.Kore, Estonya, Slovenya, Malta gibi ülkeler de 25 bin dolar düzeyini aştı.

Merkez sağ enflasyon sevdalısı mı?

Faruk Türkoğlu   Cumhuriyet döneminde yaşanan enflasyon ve büyüme süreçlerinin analizini  yapıyor : Son 100 yılda enflasyon toplumun önemli sorunlarından biri olma özelliğini koruyor. Cumhuriyet döneminde yıllık enflasyon ortalaması yüzde 22 gibi yüksek bir düzey. Aynı dönemde ABD’de yüzde 2.9,  İngiltere’de 3.9 düzeyinde kalıyor. Cumhuriyet döneminin ilk 50 yılında enflasyonun  yıllık ortalaması  yüzde 5.7  düzeyinde kalırken, ikinci 50 yıllık dönemin yıllık enflasyon ortalaması 40.8 düzeyine tırmanıyor. Son 100 yılın değişik aşamalarında, değişik koşullarda enflasyonla nasıl yüzleştiğimizi anlamak isteyenler referans makalede ayrıntılı bilgisine  erişebilir. Veriler, ülkemizin yönetiminde hakim olan merkez sağının enflasyon sevdalısı olup olmadığını sormamıza  haklılık kazandırıyor.

Merkez sağ politikalarını savunanlar değişmez çizgileri olan pragmatizmin  yarattığı olumsuzlukların sağlam kanıtlarından birini de Bayram Ali Eşiyok  ortaya koyuyor: 1924-2015 arasında  91 yıl analiz edildiğinde  27 yıl, niteliğini eleştirilse de plan uygulaması yapılmış. Eşiyok’un analizi şu sonuçlara varıyor: Plan uygulamasının yapıldığı  yılların ortalama büyümesi  yüzde 9,5. Plansız 67 yılın büyümesi ise yıllık yüzde 5.2. Cumhuriyet döneminin söz konusu yılların ortalama büyümesi  ise yüzde 6,5. Neoliberal uygulamaları  kapsayan 35 yılın ortalaması ise yüzde 5.1. Planlı yılların başarısı  bu  denli  açık ve  netken, planı reddeden, o nedenle fizibilite  anlayışından uzak duran, fizibilite olmayınca geribildirimle gözetim ve denetim disiplininden  ülkeyi uzaklaştıran pragmatizm  çizgisinin kaynak israfını, refah kaybını  herkesin sorgulaması  gerekir. Pragmatizmi  savunan ve ugulayanların “gerekçelerini” öğrenmek  hepimizin hakkıdır.

Haftaya  ortaya konan iddiaların “tartışma adabı” üzerine düşündüklerimizi paylaşalım.