Merkez sağ siyasetçilerinin değişmez iktisadi  çizgileri  pragmatizmin büyüme, enflasyon, kişi başına milli gelir, uzun dönemli düşünce  yaratmasının önüne koyduğu engellerle ilgi  özet bilgi  geçen  hafta  bu sütunlarda paylaşıldı.
Bir toplumun gelişmesinin olmazsa olmazı adabına uygun tartışmaların yapılmasıdır. Yazı ile düşüncelerini paylaşan herkes bilir ki, yazıya aktarılmış düşünceler aynı zamanda herkesin tartışmasına açık  belgedir.
Burada söylediklerimizin ne anlatmak istediğini  kavramak çin bir önceki yazıda  Sulçuk Şirin, Güven Sak, Faruk Türkoğlu, Bayram Ali Eşiyok’un Bekir Ağırdır’ın  çalışmalarından ödünç aldığımız saptamaları okumuş olmaları gerekir.
İnsanların ne dediğine bakılmalı

Tartışma adabı, analizi yapan insanların kim olduklarını öne çıkararak kalkanları kaldırıp toptancı bir “red cephesi”  kurma yerine, “ne dediklerine”  alıcı  bir ruhla yaklaşmayı  gerektirir.
Merkez sağ siyasetin  Cumhuriyet tarihinin  dörtte üçüne hakim olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu kadar  uzun süre  ülke ekonomisini  yöneten bir  çizginin, kendisini  sorgulaması  erdemin gereği  değil midir? Pragmatist çizginin savunanlara ve uygulayanlara Amos  Oz’un  sözünü hatırlatmak  hakkımızdır: “Hayatta eli boş dönülmeyen tek yolculuk, insanın içine yaptığı yolculuktur!”  

Merkez sağ siyaseti benimseyenlerin, savunan ve uygulayanların eleştiri yapanları suçlama yerine, bilgi ve belgeye dayalı  kanıt-odaklı  bir sorgulama çizgisi izlemleri hem kendileri için, hem de ülke için hayırlı  olacaktır.
Yaşamın en ölümcül tehlikesi,  yönetici konumundaki insanların  “tek doğru benimkidir” inancına saplanmasıdır. Benim doğrularım, sizin beni  ikna edeceğiniz yere kadar geçerlidir. Pragmatizmi yararlı buluyorsanız, hangi gerekçelerle  zihninizde  meşrulaştırdığınızı ; kırmadan, dökmeden, gerçeği  yalnızca hepimiz için yararlı olabilecek gerçeği aramak için ortaya koymanız gerekir.
Ülkemizin çok ciddi sorunlarla yüzleştiğini, bir kırılma sürecinden geçtiğini, yeni normale geçiş  sürecinin etkili biçimde  yönetilmesi gerektiğini hepimiz biliyoruz.
Geride bıraktığımız  100 yılda istenen başarıyı yaratamadığımızı  sayılar, görseller ve kavramlar kanıtlıyor. En azından ben böyle algılıyorum;tersinin doğru olduğunu bana inandıracak biri varsa, gerekçelerini  bekliyorum. 

Öğretilmiş bilgi ve kuşku

İnanç odaklı  argümanları bir tartışmada kullanmanın son derece  sakıncalı bir yol olduğunu düşünüyorum. İnançla  düşünceyi yarıştırmak,  düşüncenin gelişmesinin önüne kutsalı koyarak avantaj sağlamaktır ki, böyle bir tutum önce  kutsal değeri aşındırır; günahların ve ayıpların büyüğüdür.
Bir hatırlatma yapalım : Kur’an’da  İsra süresi  36’ıncı ayettin  “ Bilmediğimiz şeyin arkasına gidilmemesi” emrini  tartışmaların merkezinde her zaman diri tutmalıyız.
Bir düşüncenin peşine takıldığımız zaman, öğrenilmiş değerlerin mi, öğretilmiş değerlerin mi peşine takıldığımızı kendimize sormalıyız.
“İnançtan düşünceye geçmek” gelişmenin temel dinamiklerinden biridir; “aklı başkalarına emanet etmeden”, araştırarak, sorgulayarak, tartışarak içselleştirdiğimiz düşüncelerin peşinden gitmek ile bize başkalarının aktardığı, aktarma yapılırken çoğu kez rastlandığı gibi kötülüklerin kutsal şallar altında  saklandığını unutmadan yolumuzda ilerlemeliyiz.
Seçim ortamında, “ Dedem öyle anlattı”, “babam  söyledi”, “imam efendi aktardı”, “biz eskiden beri böyle biliyoruz” sözlerinin  ezberleri peşinde gider de, düşündüklerimizi  kanıta dayalı sorgulamazsak, inanç açısından da düşünce aşısından da yanlışın  selinde sürükleniriz.
Ülkemizde  “pragmatist uygulamalardan” mi yanasınız, “ öngörme ve önlem alma disiplinine dayalı plandan”  yana misiniz? Seçimlerde   kiminle karşılaşırsanız karşılaşın bu sorunu yanıtın alma hem hakkınız, hem sorumluluğunuz  değil midir?