Bizler gibi binlerce köy çocuğu Cumhuriyet yönetiminin önümüzü açması nedeniyle, doğduğumuz köylerin koşulları ile ulaştığı kariyer arasındaki mesafe nedeniyle “keşke” deme hakkını yitirdik.
Bizden önceki kuşak arasında büyük kariyer atakları yapabilenler bir şekilde saray çevresine girebilenlerdi. Özellikle İkinci Dünya Savaşı ve sonrasında hayata göz kırpanlarımız ise toplumun önümüze serdiği fırsatlardan yararlandık : Köy Enstitüleri, Öğretmen Okulları, Sanat Enstitüleri, Eğitim Enstitüleri, Fen Fakülteleri, Yüksek Öğretmen Okulları , kaliteli liselerin kapısını açtığı üniversiteler, potansiyeli olanlarımızın yükselişine imkan yarattı.
Ortaokula kaydımı yaptırdığım yıl çok partili sisteme geçişin üçüncü seçimleri yapılmıştı. Köyümüze gelen siyasetçilerin vaadleri, bir devletin yurttaşlarına sunması gereken hizmetlerle ilgili farkındalık yaratıyordu. Aynı zamanda DP’nın “Vatan Cephesi” ölçüsüzlüğü de toplumu ayrıştırma tohumlarını ekiyordu.
Yurttaşın bir bölümü “vatan cephesinde” ise öteki bölümü hangi cephede sayılıyordu? Çocuk dünyamda zihnimi ezen sorulardan biriydi DP’nın toplumu orta yerinden bölen tutumu.
“Biz bir cemaat toplumuyuz”
Çok partili sisteme geçiş, ülkenin en ücra noktasından, entelektüel kapasitesinin en yüksek olduğu ortamlara kadar değişik tartışma kapılarını açıyordu. Tartışmaların eksikleri ve boşlukları lise günlerinde ilgi menzilime girdi, bir daha da terk etmedi.
Tartışmalar araştırmaya dayanmıyordu. Verilerle beslenmiyordu. Sağlıklı gerekçelerle ikna etme yolunu seçmiyordu. İnsanların inançlarını ve ırk özelliklerini istismara odaklanıyor; tanımı ve sınırları belli olmayan bir “muhafazakarlık” fırtınası estiriyordu.
Lise arkadaşlarım arasında çok değişik görevler üstlenenler yaaaşıyor : Prof.Dr. Sönmez Yıldırım, iş insanı Mustafa Adak, kamu emeklisi Cevri Çağman gibi.
Lise yıllarımızın tartışmalarında derinlik olmadığı için savunma mekanizması hemen hemen dini inanç, ibadet, milliyet gibi alanlara kayıyordu.
Toplumun ortak değerlerinin özünü kavramadan, o değerleri günlük tartışmanın sosu haline getirenlerin değerleri aşındırdığına çok tanıklık ettim.
Tartışmaların dili, “ üst düzeye” çıkılmasını engelledi. Engelleme, Orhan Pamuk’un 27 Ekim 1996 günü Cumhuriyet gazetesindeki saptamasında paylaştığı bataklığa sapladı hepimizi : “ Biz bir cemaat toplumuyuz. Kendimizi cemaatler, takımlar, aşiretler, kümeler, yöreler vb. ile tarif eder, kendi hayatımızın hikayesinden çok cemaatlerimizin tarihiyle ilgilenir, kendi ahlaki seçimlerimizden çok takıma bağlı olmakla dertleniriz”.
Saplandığımız kısır tartışma bataklığı, topluktan topluma geçişimizi engelledi. Kul olmaktan yurttaş olmaya geçişin önünü kesti. İnançtan düşünceye geçişimiz üzerinde kurduğu baskı nedeniyle bilimsel çözümler üretmekten uzaklaştırdı. Taklitten yaratıcılığa geçiş zamanını uzattı. İleri teknoloji üretiminde öncülük rolü üstlenmemizi engelledi. Her alanda tam bağımsız bir toplum oluşturmamızın engeli oldu. Cemaat (Topluluk) aşamasının düğünde dernekte, toyda törende, çarşıda pazarda, düğünde dernekte birbirimizi “gözle ve sözle kontrol” esasına dayalı örgütlenmesini; kurumların gözetim ve denetimine dayalı etkileşimi aşamasına taşıyamadık; toplumları yücelten teknik ve sosyal becerileri en ileri olanların düzeylere eriştiremedik.
Düşündükçe hayıflanırız
Geriye baktığımda, hep daha iyisini özlediğimiz, zihnimizdeki kalkınmış toplum olma idealini hiç yitirmediğimiz halde, bir arpa boyu ilerleyemediğimiz algısını kökünden söküp atamadık.
Ömrümüzün son demlerine yaklaştığımızın bilincinde olsak da, gönül verdiğimiz Eskişehir’de, toplumun dinamik kesimlerinin üzerinde uzlaştığı bir yerel kalkınma stratejisine neden sahip olmadığı sorusu zihnimizi meşgul ediyor.
Her zaman yaptığımız gibi, kimseyi suçlamadan, kendi sorumluklarımıza odaklanıyoruz: Biz önerelim, tartışma açalım, gereğini yerine getirelim; katılıp zenginleştirmeye katkı yapacak olanları çağıralım. Gerisi herkesin öznel tercihi olsun!
Yine de yanılabilme özgürlüğünü sonuna kadar kullanarak, Eskişehir Yerel Kalkınması İçin Bir Çerçeve Önerme konusu üzerinde deneme yapmayı düşünüyoruz. Böyle bir deneme üzerinde tartışma yaratabilir miyiz, yoksa bir kere daha hedefini bulmayan yolun engellerine çarpar, bitmeyen yenilgilerimize bir yenisini ekler miyiz?
Ne dersiniz? Denemeye değer mi?