Felsefenin ve son zamanlarda “zihin felsefesi” olarak adlandırdığımız bölümünün en büyük sorunu “bilinç” kavramının henüz açıklanamamış olmasıdır. Oysaki Platon’dan beri yani 2500 yıldır konu hakkında çeşitli uğraşılarda bulunmuş ancak evrensel bir tanımını bile yapamamışız. Bilinç üzerine düşünmeye başladığınızda, sizi ister istemez zihin kavramına doğru götürüyor. Böylece her ikisinin de üreticisi olan bir organa, yani beyne ulaşıyorsunuz. Sonuçta zihin, bilinç ve beyin arasında organik bir ilişkiden söz edebiliyoruz. Bu üçlü ilişkiyi, beynimiz sayesinde zihin sahibi oluyoruz ve zihnimizde bilinç oluşturuyoruz şeklinde anlatabiliriz. Bilim beynin işleyişini henüz tam anlamıyla çözemedi. Ama bizim beyne olan hayranlığımız ve işleyişine ilişkin şaşkınlığımız kültürel geleneklerden kaynaklanıyor. İlk kez Pisagor ve Platon’da temellenir ruh beden ayırımı. Daha sonra bu düalist düşünceyi daha ileriye taşıyan Descartes çıkar karşımıza. Zihin ve bedenin (maddenin) birbirinden ayrı şeyler olduğu söylenir. Doğal olarak bu düşünce dinle pek güzel örtüşür, inananlar inançları gereği zaten kabul ettikleri ruh-beden ya da zihin-beden ayrımının rasyonel açıklamasına da kavuşmuş olurlar. Dinlerin insanlara vaat ettikleri ölümsüzlük fikri böylece oluşur: Beden ölür, ruh yaşar. Oysa bilim; düşünce ve bilincin beynin yani maddenin bir ürünü olduğunu kabullenerek insanı “bilinçli” bir madde olarak tanımlar, bilinç de insanı insan yapan özellik olarak kalır…
Aristoteles’in “Metafizik” adlı baş yapıtının “insanlar doğal olarak bilmek isterler“ diye başladığını bilmem kaç kez yazmışımdır. Beş duyumuzla çevreden aldığımız uyarıları beynimizde birleştirip yorumlayarak öğrenmeye çalışıyoruz. Bunun yaşı da yok. Hangi yaşta olursanız olun öğrenebilirsiniz. Yeter ki zihninizi açık ve berrak tutun, beyniniz tutsak alınmamış olsun. Özgür bir zihne sahip olmak doğru bilinç geliştirmenin ilk koşuludur. İnsan bilinçli bir madde olduğu kadar, yer kaplayan duygusal bir cisimdir de. Bilincimiz duygularımızı da yönetir mi acaba? Bilinç düzeyimiz neyi seveceğimizi, neye sevineceğimizi ve neye üzüleceğimizi belirler mi? Mesela Cumhuriyetimizin 100. yılını kutlama haftası içine girdik. Sizin bilinç düzeyiniz hangi duygulanım içinde? Sevinmenizi mi yoksa üzülmenizi mi söylüyor? insanlık ikileme düşmeden yaşamalı kendisine sunulan hayatı, eğer düşüyorsa bilinç düzeyi ile içinde bulunduğu yaşantı çelişiyor demektir. Kuruluşta nasıl başladı, yüz yılda nereye geldi “yalnız ve güzel” ülkem. Bu kadar gerici olup da bu kadar ileriyi nasıl düşünebildiklerine şaşırıyor insan. Oysa Sait Faik Abasıyanık şöyle der: “Sevmek, bir insanı sevmekle başlar her şey…”