Nerede bir savaş çıksa, güç kullanılsa İsmet İnönü’nün gençlik liderlerine söylediğini anımsarım: “Siyasette haklı ya da haksız yoktur; güçlü ya da güçsüz vardır. Kim güçlü ise o haklı gibi gözükür. Haklı gibi gözükür ama güçlü olanlar kendilerine ilke, kural ve yasalarla bir sınır çizmezlerse, kendi güçleri içinde boğulur. Siyasette bugün haklı gibi gözükenler, yarın suçlu diye yargılanabilir. Bugün “hain” diye ilan edilen, yarın kahraman olabilir. Bütün bunları göz önüne alarak, siyasette tamiri imkansız hata yapmaktan kaçınmak gerekir.”
Ortadoğu’da bir “bitmeyen oyunun” sergilendiğini görmemek, anlamamak ve anlamlandırmamak için akıl gözünün kör olması gerekir.
Coğrafyayı “kaderimiz” diye suçlamanın anlamı yok. Coğrafya bütün zamanlarda kendi düzeni, dengesi ve döngüsü içinde üzerinde yaşayabilen canlılara hep aynı yakınlıkta ve aynı uzaklıktadır. O coğrafyada yaşayanların, özellikle de insanların, bireysel ya da kolektif aklı kullanma biçimi sürekli oynanan oyunu bitirebilir de, besleyerek yayılmasını ve derinleşmesini artırabilir de.
Yaşadığımız yakın coğrafyada insanlara zarar veren, sıkıntılarını artıran, ölümlerine neden olan gelişmeleri sorgularken önce kendimizdeki eksiği aramalıyız.
Başkalarını suçlamadan kendimizi sorgulama, yüzleşme özgüveni göstermenin ilk sorusu şöyle olmalı :“Karşılaştığımız felaketlerde, özellikle insanların birbiriyle kavgalarında düşmanlarımızı öğretmen mi yapıyoruz; yoksa düşmanımıza benzeyerek kin ve öfkelerimizi büyütüp zihnimize gölge ve yüreğimize yük mü ediyoruz? ”
Bıraktığımız boşlukların farkında olmazsak, o boşluklardan yararlanmak isteyenler her zaman olacaktır.
Başkalarının senaryolarını yazdığı, aktörü olduğu olay ve olgularda bizi figüran olarak kullandığı oyunları bozabilmek için bir başka soruyu da mutlaka kendimize yöneltmeliyiz: “Başkalarının bize kötülük etmesini önleyecek gücü iç koşullar mı yaratır, dış koşullar mı?”
Hiç kuşkumuz olmasın ki büyük gücü yaratan; kötülükleri üzerimize salanları caydıracak olan gücün yaratılması iç koşullara bağlıdır. Uğradığımız haksızlıkları başkalarının yaptığını, bizim de mağdur olduğumuzu kendimizi inandırırsak; suçlu arama ve bir günah keçisi bulmaktan daha kolay bir iş yoktur.
Dönüp birbirimizi ne kadar anlayabildiğimizi, ortak yararlarımızı ne ölçüde tanımlayabildiğimizi; ortak dil oluşturup oluşturamadığımızı, ortak hareket etmenin gücünden yararlanıp yararlanmadığımızı da sorgulamalıyız.
Bir başka soru daha zihnimizde her an diri olmalı: Medyadan akademiye, siyasetten sanata sorgulamalarımızda popüler konular mı daha çok ilgi uyandırıyor; proje-odaklı ele alınan sorunlar mı?
Açgözlülük ve sorumsuzluk batağında, kibir ve üstünlük inancının yönlendirdiği, ciddi fikirlerin yerine sloganları koyan, gelecek için vazgeçilmez idealleri ve yaratmak istediği uygarlık değerlerini tanımlamamış insanların yönettiği bir ortamı kendimiz yaratıyorsak; başkaları bizim üzerimizden oyun kurar; bizi figüran konumuna yerleştirir.
Birey, topluluklar ve toplum olarak yeni bir aydınlanma ihtiyacımız olduğunu düşünenlerdenim. Düşüncelerime katılacak çok insanımızın olduğunu da öngörüyorum. Ne dersiniz, haklı olabilir miyim?