Çağımızın önde gelen düşünce insanı  Slavoj Ziek’in The New York Times’deki yazısını  Oksijen  138’inci sayısında dilimize aktardı. Yazının son cümlesini birlikte okuyalım: “ Toplumlar parçalandığında, yanlış gerekçelere direnmek, çoğu  zaman doğru gerekçelerin peşinde gitmekten daha fazla güç gerektirir.”
    Toplumların parçalanmasının arka  planında politik söylem çok önemli.
    Demokrat Parti ‘DP)dönemini bizim kuşak iyi anımsar. O zaman tek ve en etkili iletişim aracı olan devlet radyosunun ajans haberlerine sıkı sıkıya bağımlıydık. Özellikle 1950’lerin ikinci yarısında radyonun “Vatan cephesine” üye olanların uzun listeleri ajans haberlerinde önemli yer işgal ederdi. Bizim köyün toplanma yeri olan Nazara’nın harmanında  DP’nın  milletvekilleri köylülere   “vatan cephesini” şehvetle anlatıyordu. Muhtar Ali Çavuş birden el kaldırdı, “ Sizin partiden olanlar vatan cephesinde, biz sizin partiye oy vermiyoruz düşman cephesi miyiz? Siz vatan sever, biz hain miyiz? Sizin kaç yakınınız öldü İstiklal savaşında? Ben ölen yakınlarımızı sayarsam utanırsınız” dedi. 
    Herkes sus pus oldu. Milletvekilleri ve yanındakiler araçlarına bilenerek köyden uzaklaştılar. Anımsadığım kadarıyla bir daha gelmediler.
    Devlet radyosunda “vatan cephesi” söylemlerinin bizim köyde ve yakın çevremizde CHP’ye oy verenlerin vicdanlarında açtığı yarayı ortaokul öğrencisi olarak gözlemiş, siyaset dilinin toplumun birliğinde ya da parçalanmasında ne denli olduğunu düşünmüştüm. Bugün de düşünüyorum.

Isparta’da gerginleşen ortam
Süleyman Demirel  “Milliyetçi Cephe Hükümeti” kurduğunda Isparta’da kısa dönemli askerliği tamamlamak üzereydik. Eğitim alayında çoğunluk öğretmenlerdi. Biz de  Eskişehir’ den  öğretmen örgütlenmesinde deneyim kazanmış bir otobüsü dolduracak kadar öğretmen vardık. TÖS Genel Yönetim Kurulu üyeliği yaptığım için  alayın değişik taburlarındaki arkadaşlarla ilişkim vardı. Hükümet kurulurken “cephe” söyleminin ortamı nasıl geldiğini orada yaşadık.
    Bülent Uluç bir mimardı; yaşça bizden büyüktü. Hafta sonu evci çıkmıştı.Bir taksi ile İstanbul’a gider, pazartesi günü bizim 7. taburda yerini alırdı. Son 15 günde, gerginliğin tamırı imkansız hataya dönüşmemesi için gösterdiğim çaba ilgisini çekmişti. Kimseyle pek muhabbeti olmayan Bulant Uluç, “Yaptığını çok takdir ediyorum” demişti. Terhis sonrası da  iletişimimiz uzun süre devam etmişti. Seferhisar’da taşındı. Büyük bir bahçe içinde kendisi gibi mimar olan eşi Yücel ablayla yaşıyordu: oğulları Mehmet İsviçre(de okudu; orada yerleşti. Muhafazakar bir insandı ama siyasetçinin bir kısmının kendini  “milliyetçi cephe” diye konumlandırmasının “öteki” yaratmak olduğunu, bunun birlik ve ulusal dayanışmaya zarar vereceğini söylemişti.
    
Nerelere varır bilemeyiz
Ölçü koymadan, belgeye dayanmadan, kanıt göstermeden kendi kimliğinizi  başkalarına üstün kılmak için bazı kavramları  aşındırmak çok zararlıdır ama siyasetçi bu zararı pek düşünmez.
    Kavramların içeriklerini doldurmadan, bilgiye dayanmadan, ileriye etkilerini hesaplamadan toplumunu ayırırsanız, hangi sonuçları yaratabileceğini bizim kuşak çok acı örnekleriyle yaşadı. Ne kadar gereksiz ve köksüz inançlarla insanlarımızı harcadığımızı gördük.
    Şimdi Slavoj Ziek’in  uyarısına kulak vermeliyiz:“ Toplumlar parçalandığında, yanlış gerekçelere direnmek, çoğu  zaman doğru gerekçelerin peşinde gitmekten daha fazla güç gerektirir.”
    Nereye varacağını iyi bilmediğimiz söylemlerin cazibesinin kendimizi kaptırırsak “iyi niyetli cehaletle, art niyetli ihanetin aynı kapıya çıktığını” fark edemeyiz.